. Yani ticaret hacmi azalacak , başta turizm olmak üzere birçok sektör ciddi boyutta etkilenecekti. Bu etkilenim, ekonomik faaliyetlerin yavaşlamasından tamamen durmasına kadar giden geniş bir spektrumu kapsamakta idi ve makro ekonomide öngörülemeyen global bir faktör, hükümetlerin ekonomi politikalarını, merkez bankaları marifeti ile faiz oranlarında değişiklik ile likidite ve kredi dahil değişik destek ve teşviklerle de genişleyici para ve maliye politikaların oluşturulması reaksiyonunu yarattı.
Olanları hemen hatırlamak mümkün, ulaşım sınırlamaları, turizmin bıçakla kesilmiş gibi durması, derken karantinalar ve sokağa çıkma yasakları ve genel olarak bireysel sağlıktan kamu sağlığına giden düzlemde bir tür küresel ekonomik felç tablosu... Bu süreçte IMF(Uluslararası Para Fonu) ve ILO( Uluslararası Çalışma Örgütü) gibi kuruluşların küresel ekonomik fakirleşmenin Dünya Gayrı Safi Hasılasının %10’una kadar ilerlediği ve 50 milyona yakın işsiz ile karşı karşıya kalındığı tespitlerine yönelik analizlerini okuduk. Nitekim sadece 2020 yılı içinde dünya ekonomisinin %5’e yakın daraldığı hesaplanıyor. O yıl sadece petrol üretimi bile %33 azaldığını biliyoruz.
Halihazırda 527.715.878 Dünya vatandaşının infekte olup bu hastalığı geçirmiş olduğunu ve bugüne kadar da 6.300.392 kişinin hayatının kaybettiği bir felaketten bahsediyoruz. Türkiye’de de her beş kişiden birisi hastalığı geçirmek zorunda kaldı ve 100 bin vatandaşımızı kaybettik.
Parasal genişleme, kamu harcamalarında artış ,vergi indirimleri ve teşviklerin ulusal bütçelerdeki karşılığı için ABD ve Avrupa Birliğinden örnek verilebilir: ABD Başkanı Joe Biden'in, geçen sene bu zamanlar pandemi nedeni ile Temsilciler Meclisinden geçirdiği teşvik paketinin bütçesi 1,9 trilyon dolar idi. Avrupa Merkez Bankası (ECB) da geçen Haziran’da deklare ettiği pandemi acil ekonomik programını (PEPP) nda büyüklük 1 trilyon 350 milyar Euro’yu buldu
Salgının ulusal ve küresel çapta ekonomik durgunluk ve ekonomik daralmalarla devam eden sürecine 24 Şubat 2022 tarihindeki Ukrayna –Rusya savaşı katalizör etkisi yaptı. Pandemik Krizdeki Dünya Ekonomisi , bu savaş ile sadece gıda ve turizm sektörlerindeki travmanın derinleşmesini değil, aynı zamanda pandemi sonrası düzelmesi umulan genel beklentileri da altüst ederek güvenlik soslu depresif bir atmosferi beraberinde getirdi. Ne de olsa umut, insana dair her eylemin özündeki motivasyon ve umudun yok olduğu ortamlarda ekonomi dahil tüm çarkların dinamikleri duruyor.
Ülkemizde de pandemi döneminde alınan mali tedbirler ve paralelinde uygulanan para politikaları birçok ülkede gördüğümüz düzlemde giderken, hepimizin hatırladığı Mart 2021 tarihinde, Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınması ile gelişen olaylar deyim yerinde ise bir ‘şiraze’ kaybına yol açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geleneksel ekonomi politikalarına karşı düşünceleri ve enflasyonla mücadele için faiz artırımı dışındaki seçeneklere sempatisi bilinse de geldiğimiz noktada enflasyonun TÜİK verilerine göre, geçtiğimiz ayda bir önceki aya göre %7,25, bir önceki yılın aralık ayına göre %31,71, bir önceki yılın aynı ayına göre de %69,97’ye yükseldiğini gördük. Geçen cuma günü TUİK, yurt dışı ÜFE’nin Nisan’da yıllık %97,1 artış gösterdiğini açıkladı. Bu rakamlar elbette oldukça yüksek, pandemi küresel enflasyonu körükledi, Almanya’da bile üretici fiyatları geçen ay yıllık bazda %33,5 artış kaydetmiş durumda!
Ağbal döneminde Salgın sürecinde yukarıya doğru ivmelenen altın , ABD doları ve Euro’da yaşanan artışlar, dolaylı olarak da enflasyon, TCMB Para Politikası Kurulu kararları ile politika faizleri yükseltilerek baskı altına alınmıştı. Şimdi ise yüksek enflasyon, işsizlik oranlarındaki artış ile beraberindeki orta ve uzun vadede büyüme hızında yavaşlamanın oluşturacağı atmosfer, kusursuz bir fırtına beklentisini arttırıyor!
Genel olarak, Pandemi dönemi içinde yaşanan her şeyin ekonomik yansımasının, küresel boyutta bir durgunluk ve akabinde de ekonomik daralmalara neden olacağı herkesin düşüncesi. Üstelik ortaya çıkan belirsizlik ortamının süresinin de ne kadar devam edebileceğine yönelik bir kesin tarih kimsede yokken, Rus-Ukrayna Savaşı gibi beklenmedik gelişmeler kaosu daha da arttırıyor.
Tüm bunları yaşarken, Ülkemizde paramızdaki değer kaybının ivmelendiğini görüyoruz ve en sonunda da kronik bir zemine kayacak hiperenflasyon gerçeği ile yüzleşebiliriz. Üstelik seçim döneminde bir ülkeyiz. Resesyona girmektense, kendi görüşlerimizi koruyarak geleneksel ekonomik politikalara geri dönüp faizleri arttırmak ve hızla ekonomi yönetiminde yeni atamalarla güven ihdas ederek, yapısal reformları hayata geçirmek kurtuluş olabilir.