Herhalde şimdi sorsalar herhangi birimize ve deseler ki ‘’Kimi özlediniz?’’ diye… Birçoğumuz hemen onun adını veririz. Elbette annelerimiz, babalarımız veya daha yakın olan birileri mutlaka vardır. Ama on kişiden en az altısı yedisi onun adını telaffuz eder. ‘’MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.’’
Nasıl etmeyelim ki?
Çocukluğumuzun kahramanı kendisi, hem de öyle Amerikan film stüdyolarından çıkma bir kahraman da değil hani. Elbette size onun neler yaptıkları ile ilgili tonlarca şeyi anlatmayacağım. Onun içini, kalbini, merhametini, öfkesini, sabrını ve aşkını anlatmaya çalışacağım, kalem döndüğünce. Bizim ona olan özlemimizin, içinde bulunduğumuz şartların etkisiyle, nasıl da daha da derinleştiğinden bahsedeceğiz.
Bir çocuk düşünün, babasız büyümüş. Annesini ve kız kardeşini vatanı bellemiş, vatanını da namusu. Daha çocukken başlamış onda bu insani duygular ve insanı insan yapan onur ve şeref hisleri. Bu düşünceler içinde, birilerine bağlanmayı, bir yere ait olmanın verdiği hisleri öğrenmiş. Ve bunun için çabalaması gerektiğini ve de çok çalışması gerektiğini öğrenmiş. Cesareti öğrenmiş tarlalarda kargaları kovalarken, ilk savaşı da bu günlerde olmuş ‘’Senin olanı, her ne pahasına olursa olsun, koruman gerektiğini.’’
Sonra hedefleri olmuş, düşünmüş, nasıl ilerlerim demiş. Ve merhamete ihtiyaç duymayan adaleti, çalışmak ama çok çalışmak gerektiğini o sıralarda anlamış. Kendini bilime adamış. İçinde bitmek bilmeyen öğrenme isteği ve bu isteğin getirdiği aydınlanmalar ile daha da çok şeyi öğrenmeye adamış benliğini. İçindeki iman, haksızlık karşında durmaması gerektiğini ona emrederken, o da kendisini her türlü ilim ve bilimle doldurmayı görev addetmiş kendine. Öyle ya, etrafındaki dünya, küçücük Mustafa’ya pek de adil davranmıyorken, o kendisine uygulanan her türlü zorbalığa karşı koyduğu gibi, kendisinin de rahatlıkla yapabileceği zorbalıklara da izin vermeyen bir kalp ve bilinç yaratmış kendine. İşte bu sebeple, ne görev verilirse verilsin kendisine, adaleti hiç eksik olmamış heybesinde.
Vatan için gönderildiği bütün görevlerden üstün başarılar içinde çıkarken, bir gün bile unutmamış kalbindeki insanları. İnsanları demek de yetmez hani; yaşadığı yerleri, bir arkadaş sohbetindeki değeri, kendisinde hoş bir seda bırakan bir çayı ve çayı getiren o köylüyü, o köylünün gülümsemesini. Hiç ama hiç unutmamış.
‘’Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır.’’ demiş, canı ile sınandığında. Öyle ya, onu Mustafa yapan bu vatandı. Vefasını, onlarca, yüzlerce kez canı ile sınanırken, kargaları ekinlerde kovalayan çocukluğundan almış cesaretini. Ve belki de daha o yaşlarda ettiği yemini hiçbir zaman aklından da hayatından da çıkarmamış. ‘’Ya istiklal ya ölüm.’’
İşte bu yüzden rastlarsınız Yalova’daki, Yürüyen Köşk denilen, halbuki, iki oda bir salon olan yerdeki, o güzel eşyalara. Japon kralından gelen fincan takımlarına, Belçika kralından gelen yemek takımlarına ve anacığının göz nuru yorgan işlemelerine.
Onun için her an kıymetlidir. Onun için, kendisi ile muhabbet eden her kuş değerli ve onun için, gölgesinde dinlendiği her ağaç bir nimettir. İşte sırf bu yüzden, o devasa çınarın sadece bir dalı kesilmesin diye, daha o senelerde, o köşkü iki metre altmış santim kenarı çektirdiğini. Ve şimdilerde koca koca saraylarda yaşayanları gördükçe, onun mütevaziliğinin önünde eğilirsiniz, o köşk kenarı çekilirken, iskelesinin masraf ve yorgunluk olur diye elletmemesinin nedenini.
Aşkları da olmuştur. Hem de dillere destan. Kavuşamamıştır. Şiir yazmıştır.
‘’İçsem de bir kadeh hayat iksirinden…
Zamansız ayrıldım, bilinsin Fikriye’den.
Bıkmadım ki doyayım, o narin ellerinden…
Ümmid-i aşkım saracak seni, cefakâr teninden.’’
Belki de bu yüzden demiştir Aşık Veysel, kendisine ‘’Aşk nedir?’’ diye sorulduğunda ‘’Seversin seversin kavuşamazsın, aşk olur.’’
Onun en büyük aşkı vatandır. Ve ona kavuşmuş, kavuşturmuştur.
Büyük şair Borges’in ‘’Dünyada gelmiş geçmiş, anlatılan dört büyük hikâye vardır. Bunlardan biri kahramanlık (örn. Achille) biri peygamberlik, biri tanrının kurban edilişi (örn. Hz. İsa), bir diğeri ve sonuncusu da yeniden küllerinden doğanların (örn. Anka kuşu) hikayesidir.’’ der.
Ne kadar da çok Mustafa Kemal’i anlatıyor aslında değil mi? O yüzden hiç Mustafa Kemal unutulur mu endişesine kapılmayın. Gelmiş geçmiş bütün hikayelerin içinde, peygamberlik dışındakilerin hepsinin ana temasını karşılayan biridir o.
Dünya tarihine baktığımızda da Kurtuluş Savaşı ve bu savaşın komutanı Mustafa Kemal, başta Latin Amerika olmak üzere, tüm dünyaya yayılan, özgürlük ve devrimlerin ilham kaynağı olmuştur. O yüzden, Küba’da onun heykeline rastlarsınız, atom bombasından sonra yeniden doğan Japonya’da da rastlarsınız, Kazakistan, Rusya, Belçika, İspanya
Mavi gözlü bir çocuktur Mustafa. Yağız bir asker olmuştur. Ana kuzusudur vatan için savaşa gittiğinde. Muzaffer bir komutandır onlarca savaştan döndüğünde. Bir liderdir tüm dünyaya ilham kaynağı olan. Bir vatanperver, bir ağabey, bir dost, bir kardeş, bir öğretmen, bir mühendis, bir köylü, bir işçi, bir mebus, bir şairdir.
Doğarken de bunların hepsini yaşarken de ve en son, sonsuzluğa giderken de mavi gözlü bir çocuktur Mustafa. Adının başına ve sonuna aldığı tüm adları hak eden, mavi gözlü bir çocuk. Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK.
‘’Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.’’
Saygı, özlem ve hasret ile…
Yazar: Babacan Pesenkurdu
Şair-Yazar