İnsan ne düşüneceğini, ne diyeceğini bilemiyor...
Yaş ilerledikçe yaşlı insanların sağlık haberlerini almaya alışırız da yaşıtımızın, arkadaşımızın belki de sadece yüzlerine aşina olduğunuz kişilerin sağlıklarıyla ilgili kötü haberleri alınca bir tuhaf oluruz. Ne düşüneceğimizi ne diyeceğimizi bilemeyiz. Ne desek ne yapsak yerini beğenmeyiz düşüncelerimizin...
Haydi dürüst olalım.
Talihsizlik, kaza, hastalık... Kimin başına gelirse gelsin (bizim başımıza bile gelse) ilk olarak aklımıza ‘’neden’’ diye bir soru gelmiyor mu?
Neden o?
Neden ben?
Beynimiz, -sonradan ne kadar felsefi görüşler edinsek de- daha önceden bize aşılanan din öğretilerini, eskiyip tozlanmış düşünce kırıntılarını hemen toparlar. “Acaba kötü bir şey yaptığı için mi cezalandırılıyor?”... Acımasız, Nuh Nebi’den kalma bilgi kırıntıları aklımızı kemirmeye başlar. Bu kemirgenin ne kadar acımasız, bağnaz, çirkin olduğunu bilsek bile utancımızdan dile getiremeyiz. Kendimizi düşünmekten alıkoyamadığımız bu otomatik düşünceler, farkındalığımızı da engeller. O yüzden farkında olmadan sözler ağzımızdan dökülür, farkında olmadan hissizleşir, farkında olmadan kırarız etrafımızdakileri...
Sonra ne mi olur? En başta ‘talihsiz’ diye düşündüğümüz o kişiden, Tanrı gözünde daha talihsiz oluruz.
Adil Yürek
Bir yığın mizaç içinde
Tüm içtenliğiyle
Ruhun her beyne girse,
Her şeyi anlasa
Karaktersizlik çıkmazı mı bu?
Sonsuzluk arzusu mu?
Ne istediğini bilsen de
‘Hayır’ deme sınavı da değil
‘Evet’ deme de!
Binbir gönül içinde
Yine de tüm karmaşanın
Sentezini yap terazinde...