Bu kadınların toplandılar mı konuşmaları, gülüşmeleri, başkaları hakkında yorum yapmaları bitmiyor… Öğretmen annem misafirlerine hamurdan olduğunu duyduğum bir sürü şey almıştı. İştahla yiyor, benzeri bir iştahla da benim tanımadığım bir sürü insanı konu ediyorlardı. Bazı yorumların acımasız olduğunu da belirtmeliyim…
“Kızım onun kocası eve uğramıyormuş, ne mutlu evliliği Allah aşkına! Sen Instagram’dan yayınlanan o ideal evlilik pozlarına inanma!” dedi bir tanesi. Diğeri ağzındaki keki çiğniyor, konuşurken her lokmayı etrafa saçıyor olmasına rağmen muhabbetten de geri kalmamak için ağzındakini bitirmeyi umursamıyordu; “Kocası eve uğramıyorsa, resmi çekecek fırsatı nereden buluyorlar? Saçma konuşuyorsunuz… O evlilik gayet yolunda, kıskananları çok!” diye laf yetiştiriyordu. Öğretmen annem bir süredir dinliyordu “Ayıp ediyoruz kızlar, kimsenin çöplüğünde ne olduğunu bilemeyiz. Başka şeylerden konuşalım, neticede gıybet ediyoruz. Bugün birini bulmak da yuva kurmaya karar vermek de o yuvayı devam ettirebilmek de aynı oranda zor…” dedi.
Gıybet diye bir kelime kullanmıştı… Akıllı bir şekilde kulaklarımı dikip, her bir kelimeyi öğrenmeye, yeni mensubu olmak zorunda bırakıldığım bu kedi-insan dünyasına adapte olmaya çalıştığım için de duyduklarımı kelime hazneme kazımaya çalışıyordum… Size muhtemelen garip gelecektir ama biz kediler (aslında tüm hayvanlar, hatta o dili olmadığını sandığınız taşlar, ağaçlar, çiçekler kısaca tüm bitki örtüsü de) hem kendi dilimizi hem de dünyanın hangi köşesinde var oluyorsak oranın yerel dilini daha doğar doğmaz öğreniriz. Sizler bizi eksik ve aptal bildiğiniz için bizimle iletişime geçmezsiniz. O yüzden konuşma, anlaşma şansımız olduğunu da maalesef bilmezsiniz… Öğretmen annemin gıybetçi arkadaşlarına yaptığı uyarı tatlarını biraz kaçırmıştı. “Aman sen de hep böylesin Şükran, yok ‘Ayıp olur!’ yok ‘Yakışıyor mu?’ yok ‘Yapmayalım, örnek olmak lazım’… Ne konuşalım arkadaşım, politik gündemi tartışsak senin için uygun olur mu?” dedi ağzı hala çiğnemeyi bitiremediği kekle dolu olan arkadaşı. “Ay evet Şükran ya, okulda değilsin, çocuk yok karşında, biraz rahat ol, kimseye örnek olmana gerek yok…” dedi diğeri. Yanılıyorlardı… Öğretmen annem duyarlı davranmakta haklıydı çünkü yanlarında çocuk bile değil neredeyse bir bebek vardı… Kim miydi o? Aşk olsun size! Öyküsünü okuduğunuz bendim tabii ki… Daha birkaç saat evvel annesinin sütünü emerken, bu canları çektiği gibi konuşup canları çektiği gibi davranmakta beis görmeyen gıybetçi ikili tarafından alıkonulup, annemin şefkatine, kardeşlerimin desteğine ihtiyaç duymam göz önünde bulundurulmadan buraya bir sepette apar topar getirilmemiş miydim?
“Kendi vicdanlarımıza örnek olabiliriz kızlar, yanımızda çocuk olmasına gerek yok…” dedi Şükran annem. Diğerleri gerçekten bu uyarıdan rahatsız olmuştu. Keyiflerinin kaçtığı yüzlerinden belliydi. Hafif bir sessizlik oldu… Çaylarından birer yudum daha aldılar. “Dönüş vapuru kaçtaydı Şükran? Biz vicdansızlar kalkalım artık, seni de kedin ve örnek davranışlarınla baş başa bırakalım da rahat et” dedi biri. “Evet kalkalım, yolumuz uzun, geç saate kalmamak lazım” dedi biraz daha usturuplu konuşanı… “15:20 direkt Kabataş var bir tane, şimdi kalkarsanız yavaş yavaş yürür, meydandaki pastanede de biraz soluklanırsınız. Belki son bir Türk kahvesi bile içersiniz” dedi annem gayet katı bir tavırla… “Kovulduk yani… İstenmediğimiz yerde durmanın alemi yok…” dedi bir tanesi surat yaparak toparlanırken. “Haydi kızlar, küslük çıkmadan bugünü bitirelim. Çok teşekkür ederiz Şükran’cığım bizi ağırladığın için…” dedi daha ılımlı olanı. “Burası sizin de eviniz, kimseyi kovmadım, sadece dedikodu etmeyelim. Bizim hakkımızda edilse hoşumuza gitmeyecek bir şeyi biz de yapmayalım dedim. Muhabbet kekremsi olunca da ‘Kalkalım’ teklifinize ‘Siz bilirsiniz…’ diye yanıt verdim. Bu kopan fırtınanın mimarı ben değilim…” diye yanıtladı Şükran annem. Arkadaşları daha fazla konuşacak bir şey kalmadığı için sessizce toplandı ve ayrılmadan evvel usulen birbirlerini öptüler. Ben içeride kaldım çünkü bacakları uzundu ve çok hızlı hareket ediyorlardı. Şükran annem onları kapıya doğru geçirdi. ‘Hoşçakalın, her zaman beklerim…’ dediğini duydum ve kapı kapandı. Artık yeni annemle baş başaydık…