HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

ERGÜN AYBARS

ATATÜRK EVRENSEL LİDER

Magazinizmir

Ergün Aybars 5 Haziran 1941’de İstanbul’un Fatih semtinde doğdu.  Saraçhane Başı İlkokulunu bitirdi. Babasının subay olması sebebiyle orta ve lise eğitimini iki yıl aynı okulda okuyamadan tamamlamak zorunda kaldı. Ortaokulu Polatlı’da ve liseyi Çankırı’da bitirdi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu ve aynı Fakültenin Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsüne asistan oldu. Ord. Prof. Enver Ziya Karal’ın danışmanlığında, “ İstiklâl Mahkemeleri 1920-1923” konulu teziyle Ekim 1972'de Tarih Doktoru unvanını aldı. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığında yedek subaylığını 30. Ekim.1973'de takdirname alarak tamamladı. 1976-1977 arasında, araştırmaları için bir yıl İngiltere’de bulundu. 1979’da “İstiklâl Mahkemeleri 1923-1927” konulu teziyle doçent oldu. 1980’de Ege  Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde (sonraki adı Edebiyat Fakültesi) doçent olarak göreve başladı.” 

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi”,” Çağdaş Dünya Tarihi”,” Yakın Çağ Osmanlı Tarihi”,” 20. y.y. Ortadoğu Tarihi”  derslerini okuttu. Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcılığı, Tarih Bölümü Başkanlığı ve Ege Üniversitesi “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölüm Başkanlığı” görevlerinde bulundu. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı’nın daveti üzerine , bu Üniversite’nin “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürü olarak 1986’da göreve başladı. Şubat 1987’de profesörlük ataması gerçekleşti. 22 yıl süreyle Enstitü Müdürlüğü görevini kesintisiz olarak tamamladıktan sonra 6.Haziran. 2008’de emekli oldu.

Prof. Dr. Ergün Aybars 1983’de “Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu üyeliğine atandı. 1995’de bu görevinden istifa etti. “Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Genel Kurulu, Atatürk Araştırma Merkezi ve Stratejik araştırma Merkezi" bilim kurulu üyeliklerinde bulundu. Halen Genelkurmay Atatürk Araştırma Merkezi bilim kurulu üyesidir.

2015 yılı Cumhuriyet Gazetesi Yunus Nadi "Sosyal Bilimler ve Araştırma Ödülü"ne İstiklal Mahkemeleri kitabı ile layık görüldü..

Ergün Aybars Kaleminden ''ATATÜRK Evrensel Lider''

Evren, mükemmel ahenk ve denge içinde kurulu sonsuz bir düzeni ifade eder. Galaksileri, güneş sistemleri ve üzerinde yaşadığımız dünyadaki yaşamın düzen ve ahengi, düşünürlere ve tüm insanlığa felsefi, dini ve ilmi alanda daima en güzel olanı ilham etmiştir. Evrensel veya eski deyişle, cihanşümul, İngilizce “Üniversal” deyimi, tüm insanlık için, yararlı, güzel, doğru, mükemmel olan ve her zaman ve her yerde geçerli olanı ifade eder. Bu terim daha çok son yüz elli yıllık dönemde kullanılmaya başlandı, giderek anlamı güçlendi ve yaygınlaştı. 19.yüzyılda yalnızca Batı dünyasında bir anlam ve amaç ifade eden bu kavram 20. yüzyılda özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası giderek yaygınlaştı ve İkinci Dünya Savaşı sonrası ise etkin bir anlam ve güç kazandı. Barış ve özgürlük, insanlığın mutluluğu gibi kavramlar yaygınlık kazanırken, savaş ve savaşa yol açan ideolojilere karşı da tepki arttı.
 
Tarihi araştırmaların bilimsel olmasını sağlayan yöntem sebep-sonuç ilişkilerini objektif olarak değerlendirmektir. Olayların kanıtlanması ise belge ile olur. Ord. Prof. Enver Ziya KARAL’ın ifadesiyle belge varsa tarih vardır. Her olay kendisinden önceki olayların sonucu olurken, kendisinden sonraki olayların da sebebidir. Bu döngü tarihin sürekliliğinin ve değişkenliğinin esasını oluşturur. Tarihçiliğin benimsediği temel bir esas, “tarihte değişmeyen tek şey ‘değişim’dir.”

Günümüz dünyasını etkileyen ve ona biçim veren ilmi, ideolojik, sosyal, ekonomik, siyasi, sanatsal, hemen tüm akımlar, düşünceler ve kurumlar “Hümanizm-Rönesans” sonrası Avrupa’nın geçirdiği aşamalar sonucunda ortaya çıkmıştır. İnsan aklının özgürlüğü, ilimin yaşamda her alanda insan toplumları için esas ölçü olması, aydınlanma çağı ve Fransız Devrimi, sanayi devrimi ve bunlara bağlı olarak 20.yüzyılın iki büyük savaşı insanlığın bugününü hazırlamıştır. Günümüze dek olan bu gelişmelerde çağdaş uygarlık veya başka bir deyişle Batı uygarlığı ve onun içinden yetişen ilim adamları, düşünürler, sanatkârlar, devlet adamları vb. ön planda yer aldılar. Bu isimler içinde insanlığa hizmeti geçen ve saygıyla anılanlar bulunduğu gibi,  insanlığa felaket getiren tarihe kötü anılar bırakanlar da bulunuyordu. Batı da değil de Doğu da yetişen, ama yetişmesinde Batının temel değerleri de bulunan bir insan, düşünce ve eylemiyle tarihe, insanlığa yaptığı büyük hizmetle ilk örnek olarak geçti. Düşüncesi ve eseri evrensel olan bu insan Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Modern Türkiye’nin Doğuşu büyük bir devrimin eseridir. Türk devriminin gerçekleştirdiği yeni Türkiye, Atatürk’ün eseridir. Atatürk yeni Türkiye’nin kurucusudur. Bunu başaran Atatürk’ün kendisi Türk toplumu için yeni bir insan tipidir. Bütün eserleriyle, fikirleriyle, kişiliği ile örnek bir insandır.
O’nu hala örnek bir insan yapan kişiliğini daha gençliğinde görüyoruz. Suriye’de bulunduğu 1908 yılında arkadaşı Müfid’e “Bugünün adamı mı olmak, yarının adamımı olmak istiyorsun?” der. Atatürk, halâ yarının adamıdır. Yalnız Türkiye için değil, bütün mazlum uluslar ve insanlık için yarının adamıdır. O’nu yarının adamı yapan yüksek insan nitelikleri idi. Atatürk evrensel kişiliği sebebi ile UNESCO tarafından 1963 yılında ve 1981’de ”eğitim, bilim ve kültür alanında yaptığı devrimle”  örnek insan olarak tüm Dünya’da anıldı.

M. Kemal, Anafartalar savaşında İngiliz askeri gücünü mağlup ederek, Çanakkale cephesini yenik olarak terk etmeleri sebebiyle Dünya tarihinin akışını değiştirmiştir. Yalnız bu başarısı bile tarihin çok önemli kişilerinin arasında yer almasına yeterlidir. Savaşı bir yılda bitirme Planlarını yapan Churchill ve Savaş Bakanı Lord Kitchener, Çanakkale'yi geçen İngiliz donanmasının Osmanlı başkentini tehdit edip, Yunan ve Bulgar ordularının İngiltere yanında savaşa katılacağı ve Kırım üzerinden Rus ordularının ihtiyacı olan silah, cephane ve diğer ihtiyaç malzemelerini göndererek Almanya'yı Batıdan ve Doğudan sıkıştırıp bir yıl içinde savaşı kazanacaklarını planlamışlardı. Churchill anılarında bu yenilgi benim politik kariyerimi yirmi yıl geciktirdi, Kitchener'in politik yaşamı ise sona erdi der. Bu sebeple savaş dört yıl sürdü. Galiplerde mağluplar kadar ağır yıkıma uğradılar. Yirmi milyona yakın insan savaş içinde öldüler.

Savaşın bitiminden sonra ise İspanyol gribi ve sefalet sebebiyle otuz milyonu aşkın insan öldü, Alman, Avusturya ve Osmanlı imparatorluları yıkıldı. Rusya'da Bolşevik komünist bir ideolojiye dayanan Sovyetler Birliği kuruldu. 1922'de İtalya'da Mussolini faşist bir yönetim kurdu. Paris Barış Konferansının sözde barış anlaşmaları İkinci Dünya Savaşının sebebi olurken, 1930'da ekonomik çöküntü, Avrupa'nın büyük bir bölümünde, başta Almanya'da Nazi Partisi Hitleri iktidara getirirken, diğerlerinde faşizm yayıldı. İngiltere, Fransa ve Baltık ülkeleri ile Çekoslavakya'da demokrasi vardı.

Atatürk, Türkiye tarihinin en önemli bir döneminde, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıldığı Türklüğün İç Anadolu’ya tıkılıp, İngiltere güdümünde Halife-Padişah’ın yönetiminde bir devlet haline getirilmek istendiği; Doğu Anadolu’nun kurulacak bir Ermenistan’a, Trakya-Ege bölgelerinin Yunanistan’a verileceği, Halife Sultan’ın buna boyun eğdiği, aydınların Amerikan Mandası’na sığındığı, halkın kendi yöreleri içinde çaresiz bir şekilde çırpındığı, ülkenin aç, salgın hastalıklar ve uzun savaş yılları sebebiyle perişan olduğu, tarihin akışının “Sevr” ile noktalanacağı, Emperyalizmin amacına ulaşacağı bir sırada tarihin akışını değiştiren insandır.

Yunan Büyük İdealini, Ermenistan hayallerini yıkan ve onlarla işbirliği yapan iç hıyanet cephesini çökertip emperyalizmi yenen, bağımsız, çağdaş, uygar Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan Atatürk halâ günümüzün en güçlü lideridir. Ulusuna akıl ve bilim yolunu gösteren, dönemin Avrupa’sındaki komünist ve faşist ideolojilerin etkisinde kalmayıp, bütün güçlüklerine rağmen ülkesinde demokrasi fikrini inşa ederek, insan haklarına dayalı uygar bir sistemin temelini atan Atatürk, yalnızca Türkiye için değil tüm geri kalmış uluslar için de bir ülkü olmuştur.

Norveç'te bir deyiş varmış “Mustafa Kemal gibi düşün. Mustafa Kemal gibi yap”. Bu sözün anlamı: “En umutsuz anlarında bile bir kurtuluş yolu bulunabilir, mücadeleden vazgeçme.” Demekmiş. Bir Türkün Norveç’te Atatürk’ü anlatan konuşmasından sonra, Norveçli bir bayan, bu sözü söyleyip, ne demek olduğunu şimdi anladım açıklamasını yapmıştır. Çin Halk Cumhuriyetinde lise öğrencilerine, önemli liderler olarak Lenin, Mao, Gandi ve Mustafa Kemal Atatürk öğretilmektedir. Atatürk, bağımsızlık savaşçısı ve aydınlanmacı özelliğiyle belirtilmektedir. 1960’lı yılların sonlarında Küba’da yapılan sosyalist partiler toplantısında, bir Türk temsilci Fidel Castro’ya,”bize de sizin gibi bir lider gerekli” diyince, Castro:”Sizin Atatürk' ünüz var” yanıtını verir.

İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da Nehru ve arkadaşları hapisteyken Türkiye’de cumhuriyet ilan edildiğini duyarlar ve o gece Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu yaktıkları meşalelerle kutlarlar. ABD Başkanı Ruzwelt'in hayranlık duyduğu Atatürk, Hint Müslümanlarından Cezayir bağımsızlıkçılarına tüm Dünya için örnek olma özelliğini sürdürmektedir. Atatürk, Hitler’in zulmünden kaçan Yahudi asıllı Alman profesörleri Türkiye’ye kabul ederek de insanlık dersi alınacak bir örnek göstermiştir. Belçikalı diplomat Türk meslektaşına yolladığı kutlama yazısında,”Türkler Atatürk’ü Allah’a, ondan sonra yapılan her şeyi Atatürk’e borçludur” demektedir. 

Atatürk’ün cumhuriyet-demokrasi tezini anlayabilmek için yakın dönem dünya tarihini ve özellikle Türkiye tarihini incelemek gerekir.  Bugün insan hak ve özgürlerinin en önemli belgesi olan “1948 Birleşmiş Milletler İnsan hakları Sözleşmesi”nin esin kaynağı üç belge ve bu üç belgeyi tarihsel olarak ortaya koyan üç örnek vardır:1-1688 İngiliz devrimi ile ortaya konan “Haklar Bildiri”. İnsanlar arası eşitlik ve insanların özgürlüğünden söz eden bu bildiri İngiliz aydınlanmacılarının (Locke, Hume, Hobbes) devletin sosyal sözleşmenin ürünü olduğu görüşlerinin etkisiyle hazırlanmıştı.

Model olarak “Meşrutiyet-demokrasi” idi. Ancak İngiltere’de sınıf farklarının, ortadan kalktığı demokratik hak ve özgürlükler 20.yüzyılda sağlanabilecektir. 2-Amerikan Bağımsızlık Savaşı ve 1776 “İnsan Hakları” bildirisi. 1783’te bağımsızlığını kazanan 13 Amerikan kolonisi birleşerek bir anayasa yaptılar (1787) ve 1789’da George Washington’u başkanlığa seçtiler G.Washington’un çiftliğinde 400 den çok zenci kölesi vardı. Anayasa’nın mimarı olan Tomas Jeferson’un da zenci köleleri vardı. İnsanların hür ve eşit olduğunu söyleyen Başkanlık-demokrasi modeli olan ABD’de zenci-beyaz, kadın-erkek, zengin-yoksul arsındaki hukuk eşitsizlikleri ancak iki yüz yılda çözülebildi. 3-Fransız Devrimi’nin (1789) yayınlanan "İnsan ve yurttaş hakları bildirisi".

Bu bildiriye rağmen Fransa yüz yılı aşkın bir süre devim- karşı devrim mücadelelerini yaşadı. Çok kanlı bir bedel ödedi. Kadın-erkek eşitliğini ancak II.Dünya Savaşı sonrası sağlayabildi. 1958 yılında Cezayir bağımsızlıkçılarına karşı  yapılan çatışmalar sebebiyle Fransa’nın içerideki büyük sosyal-ekonomik sorunlar nedeniyle çıkan kargaşa sonunda askeri bir müdahale ile General De Goll’ün hazırladığı anayasa  ve onun başkanlığı ile 5. Cumhuriyet kurulmuştur. O anayasa hala yürürlüktedir  (2014). De Goll kendisini en ağır şekilde eleştiren bir hakimi Yüksek Mahkeme’ye atamakta tereddüt etmemiş, J.P. Satre’ı tutuklatmayı önerenleri de O Fransa demektir diyerek ret etmiştir.  Görülüyor ki, özgürlükçü demokrasinin beşiği olan bu üç ülkede, özgürlükler devrimle yüz elli yılı aşkın sürede gelebilmişlerdi.

İngiliz, Amerikan ve Fransız modellerinde de görüldüğü gibi, demokrasi zor kurulabilen bir sistemdir. Cumhuriyet bir gecede kurulabilir. Ancak o cumhuriyetin demokrasi üzerine inşa edilebilmesi için, sosyal-ekonomik-kültürel birikimlerinin oluşması gerekir. Bu birikimlere sahip birçok ülkede bile demokrasinin çok geç kurulabildiğine dikkat çekmek isterim. Rönesans’ın beşiği İtalya ve Reform’un beşiği Almanya, ticaret kapitalizmi, aydınlanma çağını, sanayi devrimini yaşamalarına rağmen “Nazizm-Faşizm” den ancak İkinci Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra kurtulabildiler.

Galiplerin yönetiminde demokrasiye geçtiler. Sovyet işgal bölgeleri ise komünizmle yönetildiler. Yunanistan’da Albaylar askeri müdahalesiyle kurulan askeri yönetim, Türkiye’nin Kıbrıs’da Nikos Samson darbesini devirdiği “Barış Harekâ”ından sonra ancak yönetimden uzaklaştı. Bugün (30.06.2011) Yunanistan’ın mali iflas içinde bulunması askeri müdahaleyi gündeme getirmiştir. İspanya ve Portekiz 1974 yılından sonra faşist rejimlerden kurtulup demokrasiye geçebilmişlerdir.

Önemli bir husus da ülkelerin jeopolitik konumları ve içinde bulundukları olağanüstü durumlarla demokrasi arasındaki ilişkilerdir. Rönesans’tan sanayi devrimine kadar aynı değerlere sahip ülkelerde demokrasinin değişik biçimlerde ve zamanlarda başarılabilmesi bunu doğrulamaktadır. 

Uluslar için hayati öncelikli sorunlar vardır. Demokrasi bunların başında değildir. Her ülke-ulus için öncelikli sorun ulusal bağımsızlığına sahip olmaktır. Ulusal bağımsızlığı üzerine sosyal-ekonomik-kültürel kalkınmasını sağlamaktır. Başka deyişle demokrasi ulusal bağımsızlığı ve kalkınmayı sağlamamış, tam tersine demokrasi ile yönetilen ülkelerde çok açık bir biçimde görüldüğü gibi ulusal bağımsızlık, ekonomik ve sosyal kalkınma demokrasiyi üretmiştir. On dokuzuncu yüzyılda ülkelerin-ulusların farklı sorunları vardı. 19.yy ulus-devletlerin kuruluş ve gelişme yüzyılı idi. İngiltere dünya egemenliğine oynuyordu. Fransa Avrupa’nın en güçlü devleti olma iddiasında idi. İtalya ve Almanya ulusal-siyasal birliklerini kurmak istiyorlardı. Yunanlıların, Sırpların, Romenlerin, Macarların, Polonyalıların vb. sorunu ulusal bağımsızlıklarını kazanmaktı ve bunlar için demokrasi en son düşünülen şeydi.

Hatta İtalyan cumhuriyetçileri, İtalyan birliği için Piyomonte-Sardunya krallığını desteklemekten geri kalmamışlardı. Cumhuriyetçiler için de öncelikli sorun İtalyan birliğinin kurulması idi. Bu sebeple krallığa destek vermişlerdi. Japonya’nın sorunu ise modernleşme idi. Osmanlı’nın sorununa bir yönüyle benzeyen Japonya sorununu 35-40 senede çözerek, 20.yy.lın başında güçlü bir ülke oldu. Demokrasi ile ise 1945’te ABD yönetimi altında tanıştı. Japonya reformlarını başarırken nüfus-kültür, jeopolitik konumu ile avantajlı idi. Bir önemli nokta da Japonya’da dinsel fanatizm, yani fetva müessesesi yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu dönemde esas sorunu varlığını sürdürmekti.

Osmancılık, İslamcılık, Türkçülük reçeteleri hep Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmaya yönelikti Osmanlı kozmopolit bir imparatorluk olup, bünyesinde değişik dinler, ırklar, milletler yaşamakta idi. Jeopolitik olarak büyük devletlerin yakınında ve onların iştahını kabartan zenginliklere sahipti. Devamlı savaşlar, ekonomik,sosyal çöküntü, sömürgeleşme, mali tutsaklık Osmanlı İmparatorluğu’nun bu yüzyıldaki görünümü idi. Türkiye Batılı ülkelerin Rönesans’tan  Sanayi Devrimi’ne kadar uzanan tarihini yaşamamış ve o değerlerin büyük ölçüde dışında kalmış, kendisi yarı sömürge konumunda olan, Avrupa’nın “hasta adamı” Doğu Sorunu’nun çözümü için yok edilmek istenen bir ülke idi. 1918 Mondros Mütarekesi sorası Türkiye’sini, Bernard Lewis “Bir zamanların muhteşem Osmanlı İmparatorluğu şimdi  mağlup, perişan, topraklarını yitirmiş, nüfusu azalmış; galiplerin kendisi hakkında verecekleri karara, kaderine boyun eğmiş olarak razı….” diye tanımlamaktadır. 

Osmanlı’nın niçin bu duruma geldiğini, Türk ulusunun emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verip modern bir Türkiye kurmak zorunda kaldığının anlaşılabilmesi için yakın dönem Türkiye tarihine bakmak gerekir.

 Türk İstiklal Savaşı Haçlı-emperyalist ihtirasına, Yunan büyük idealine, Ermenistan hayallerine karşı yapılmıştır. İngiliz ordusu 1917’de Kudüs’e girdiği zaman, General Allenby Selahattin Eyübi’nin türbesine gidip, sandukasına vurarak “Selahattin, Selahattin Haçlı Seferleri şimdi bitti.” diyerek tarihi bir ihtirasın altını çizmişti. Bütün Hıristiyan ülkelerde, hatta Osmanlı Devleti'ni müttefiki olan Avusturya'nın başkenti Viyana'da " Kutsal Kudüs'ün Türklerden kurtarılışı" sabahlara kadar çan çalınarak kutlanmıştır.


1821 Mora isyanı Türk tarihinde Osmanlı İmparatorluğuna yönelik çok önemli bir dönüm noktası oldu. Ortodoks Rus Çarı, Katolik Fransa Kralı ve Anglikan(Protestan) İngiltere Krallığı Osmanlı devletine karşı ittifak oluşturdular. 1827’de Navarin’de Osmanlı donanmasını savaş ilan etmeksizin batırdılar. 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında Rus orduları Edirne’ye geldi. Yunanistan Londra anlaşmasıyla bağımsız krallık oldu. 1821’den-1922’ye kadar geçen süre ”Doğu Sorunu (1815-de Viyana Kongresi’nde Rus Çarı tarafından Türkler’in Avrupa’dan atılması)” ve “Avrupa’nın Hasta Adamı (yine Rusya tarafından Kırım Savaşı öncesi kullanılan sıfat) olarak görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun genelde Osmanlı Müslüman toplumunun , özelde Türklüğün “nefs-i müdafaa (öz savunma)” yüzyılıdır. Berlin Kongresi (1878) Osmanlı İmparatorluğu için sonun başlangıcı olmuştur.

 İngiltere, Rusya’nın Kafkasya kapısını ve Boğazları Türkler’in koruyamayacağına karar verip, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün koruma politikasından vazgeçti. 1878’de Kıbrıs’a yerleşti. 1882’de Mısır’ı işgal etti ve Süveyş’i ele geçirdi. Fransa 1881’de Tunus’u işgal etti. İngiltere Kıbrıs-Malta-Cebel-i Tarık deniz üstünlüğünü sağladı. Kafkasya kapısını kurulacak Ermenistan ile kapatıp Basra ve İskenderun körfezlerinin ve Büyük Yunanistan ile de Boğazların ve Ege Denizinin güvenliğini sağlama stratejisine yöneldi.

Almanya’nın Berlin-Belgrad-Bağdat demiryolu projesinin İngiltere için büyük bir tehdit olması  ve 20 yy.lın başında “petrol” un Osmanlı toprakları olan Basra  bölgesinde çok zengin olarak bulunması ve motorlu araçların icadıyla da stratejik hammadde oluşu, Almanya’ya karşı, İngiliz-Fransız-Rus anlaşmasına yol açtı. Bu rekabet Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerinde yoğunlaştı. 1912-1922 yılları arası Balkan Savaşı-Birinci Dünya Savaşı-İstiklal Savaşı bu öz savunma sürecinin en kanlı on yılı oldu. Haçlı nefretine, emperyalizme, Yunan davasına ve Ermeni davasına karşı yapılan bu savaşların sonunda M. Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türk ordusu 9 Eylül 1922’de bütün bunları ve işbirlikçileri olan iç hıyanet güçlerini mağlup edip, Lozan’da bağımsızlığını Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerine onaylattı. Ermeni tehciri, Rum mübadelesi  bu süreçte bu koşullar içinde değerlendirilmelidir.

“Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp’tir”
-Mustafa Kemal ATATÜRK


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN