Her güne bir niyet ile başlama alışkanlığı edinmeye karar verdim.
Güne gözümü açtığımda, o günden beklentimin ne olduğuna göre niyetimi belirliyorum. Günden beklentim derken aslında olaylar ya da kişiler karşısında benim, kendimden “nasıl bir ben” yaratmak istediğim ile ilgili bir beklenti.
Örneğin stresli bir süreç olan bir günde, niyetim soğuk kanlı kalabilmek ya da
birden fazla kimlik ile ilgili görevim olduğu (anne-iş kadını- eş- arkadaş) günlerde koşuşturmada kendimi kaybetmeden, anın tadını yaşamak gibi niyetlerim oluyor.
Niyet etmek zaten bizim kültürümüze çok yakın, dilimizde sıklıkla kullandığımız bir kavram. Benim yaptığım sadece bunu kendi ihtiyaçlarımı göz önünde tutarak önceliklendirmek.
Niyetle başladığım günlerde en büyük fark, dilin gücünün beni ne kadar çabuk değiştirdiğini görmem.
Sabah aklımdan geçirdiğim ve doğru şekilde dilime döktüğüm o birkaç kelime, gün boyu ne zaman ihtiyacım olsa bana kendini hatırlatıyor. Böylece bu minik, iyi” niyetli” sürecimde dilin beyinle ne kadar sıkı dost olduğunu da fark ettim, hatta yeniden keşfettim,
zaten bir şeyi fark etmeye başlamak da değişimin başlangıç noktasını oluşturuyor.
Sonra insanları dinlemeye başladım, aslında satır aralarında önemsizmiş gibi söyledikleri sözcüklerde ne büyük anlamlar yattığını gördüm,
Örnek vermek istediğinde “atıyorum” diyen biri, karşısındakinin bilinçaltına “ona güvenme o zaten hep atar” diye nasıl da mesajlar veriyor ve bunu hiç fark etmiyor.
Kendimizi öncelikle kendimize karşı doğru tanıtmanın bir sorumluluk olduğuna inanıyorum,
Ne söylediğim, nasıl göründüğüm, nasıl davrandığım, bunun nasıl anlaşıldığı, böylece oluşturduğum resimdeki mesajın, vermek istediğim mesaj olup olmadığını bilmek çok önemli.
Doğru dil kalıpları kullanarak pozitif bir anlatım yapmak yerine çoğunlukla ne istemediğimiz ve ne sevmediğimizi vurgulayarak negatif bir kimlik çizebiliyoruz.
Bir de büyük büyük laflar ediyoruz, “asla yapmam”, “imkansız”, “kesinlikle”, “hiç”,” hep”, “bu böyle”, “son kararım!”
En çok da bu büyük laflar kafalarımızı karıştırıyor, her şey bu kadar hızlı değişirken ve ben belki de bu değişimi daha da hızlı halde kendimde yaşarken nasıl olur da bir fikir benim son fikrim olabilir ki?
Daha yaşanacak, görülecek neler olduğunu bilmeden hep’ler ve hiç’leri nereye nasıl serpiştirebilirim ki?
Dilin gücüne sığınarak kendi sözcüklerimi birleştirmeye başladım böylece.
Artık benim bir kararım ancak şimdilik ya da şu anki durum için son karar olabiliyor.
Bir şeyi (yemek-giysi) ancak bugünlük hiç sevmeyebilirim ya ona bayılabilirim.
Hayatın ve benim değişim hızımda düşüncelerimin de değişeceğini ön görerek kendimi özgür kılacak kelimelerim var artık.
Ve bu yeni dili kullanmaya başladığımdan beri sanki kendimi hafiflemiş gibi hissediyorum.
Sizin diliniz sizi mi tarif ediyor yoksa kalıplara sıkışıp başkasının yazdığı sözcüklerle mi konuşuyorsunuz? Keşfetmeye var mısınız?:)