Önce korkuydu,büyüttük fobi oldu,
iyi yetiştirmişiz,
gün geldi,
paranoya olarak karşımıza çıktı!
Zaman dilimleri içerisinde hal ve koşullara göre etkileri ve tepkileri değişen korku, insan doğasının temel yapı taşlarından biridir.
Bir tehlike durumunda oluşan bu kaygı, insan beyninin gelişimi ile, zaman içerisinde duyulan bu kaygının artmasına ve de büyümesine de neden olmuştur.
Aslında bir duygudur korku..
Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması,ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygudur korku.
Karanlık çökünce hangi çocuk gitmek ister ki bütün gün keyifle ve büyük bir coşkuyla gittiği bakkala?
Bazen düşünüyorum da, nasıl oluyor da dünü hatırlamakta zorlanan hafızam, sanki dünmüş gibi onlarca yıl önce çocukluğumda ki o korkuları anımsayabiliyor.
Mahallenin bir ucundaki evimizden, diğer ucundaki bakkala gitmek bu kadar mı ızdırap olur?
Mahallenin tam ortasında koca bir elektrik direği vardı, yanıp sönen lambasına kadar gitmek problem değildi, problem olan, o kös lambanın ışığını bile aratan ileride ki karanlıktı.
Ve nedense arkadan birinin geldiğinin tıkırtısı olan o sesler,
sonra evin kapısının cennet gibi görünen sureti ve huzur ve güven..
Benim çocukluğuma ait korkulardan biriydi.
Çocukların henüz dolmayı bekleyen beyinlerinin sağ lobunun, yetişkinlerden çok daha iyi çalıştığından hayaller ve buna bağlı korkular daha yoğunluktadır. Fakat onların çok hızlı değişen iç dünyalarını kurmakta ki becerileri, korkularından yetişkinlere göre daha kısa zamanda sıyrılmalarına sebep olur.
Aslında korkular insanın kişilik gelişimi ve ana temelde yaşadığı depresif olayların özeti olarak kalır ve hayatının çeşitli zaman dilimlerinde de insanın karşına çıkar.
Canavarların yerini alan daha gerçekçi korkular bazen şizofren belirtilerdeki gibi koku ile de boy gösterebilir.
Terk edilme korkusu, ayrılma korkusu aşkın bir yanını gösterir..
İş kaybı korkusu, ekonomik özgürlüğün biten yanını net bir şekilde gösterirken, maddi manevi kayıpların, sahip olma hırsını da arttırdığını sanırım kabullenmemiz gereken bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Sinema ve edebiyat dünyasının sağ lobu aşırı gelişmiş olan sanatçıları,
korku revezlerinden tüm dünya ile paylaştıkları eserleri ile bilmeden(ya da bilerek)psikiyatri bilim dalının ekonomik gelişimini de fayda sağlamış oldular.
Aslında korkunun bir diğer adı da fobidir (sözlüklerde olmasa da böyledir)
İnsanoğlunun korkmadığı şey nerdeyse yok gibidir.
Beşyüzün üzerinde fobiyi ana tanımları ile listeleyen ‘’www. phobialist.com’’sitesi bu tanımların binlerce uzantısı olan küçük fobileri bir ağaç dalı gibi uzatmıştır.
Fobi Yunanca'dan geliyor. Korkulan objenin Yunanca adına fobi eklendiğinde, bir fobi çeşidi daha doğmuş oluyor.
Üç ana başlık altında toplanan bu korkular, sosyal fobiler, panik bozukluklar ve spesifik (yılan, kapalı mekan,yükseklik gibi)..
Genetik uzantıları olduğu da tespit edilmiştir korkuların, anneden, babadan geçebilen bir durumdur yani.
Aşağı yukarı altıbin dörtyüz ellialtı çeşit var sayılan bu fobi çeşitlerinin kiminden,ilaç tedavisi ya da psikiyatr tedavisi ile kurtulabileceğimiz bir gerçektir.
Bireysel korkuların oluşturduğu korku toplumları da vardır. Amerika Birleşik Devletleri bir çok ülkenin ve insanın korkulu rüyası olmakla beraber, maalesef uğradığı terörist saldırılarla, ülke olarak ta korkuyu fobiye çevirmiş bir toplum olarak karşımıza çıkar.
Bunun yanı sıra Almanya, İsviçre, Norveç gibi sosyal devlet olma yolunda gelişmiş ülkelerin vatandaşlarında da, sosyal kurumların küreselleşen dünyanın bir çarkı olup özelliğini yitirmesi ve emekliliklerini hak ettikleri gibi yaşayamama korkusu toplumsal korkuya değişik bir bakış açısından bakmanın en güzel örneğidir.
Sanatçılarda da bazen o hayalini kurduğu büyük zaferlerin tadına varmalarını engelleyen fobileri vardır.
Mayıs 1996. ‘Breaking the Waves' filmiyle jüri büyük ödülünü alan Danimarka'lı rejisör Lars von Trier Cannes'da heyecanla bekleniyor. Ama gelemiyordu.Çünkü Von Trier uçağa, penceresi açılmayan trene binemiyordu.Arabayla gelse, bu kez de Cannes'ın dar sokaklarında gezemeyecekti...
Basından ve seyircilerinden özür diliyor ve ödülünü almaya gelmiyordu. Korku budur işte.
Korku aleminin beynimizin sağ lobunda oluşturduğu,kimi zaman da genetik bir kromozom ile atalarımızdan bize geçen bu kaygı ve endişe buhranı fobiye, fobiden paranoyaya dönüşen bir beyin oyunudur.
Karşımıza çıkan korkular, sakin düşünmemize engel olurken,akıl hastanelerinde yatan insanların bazılarının da sebebi olmuştur.
Hoşgörü, bilim ve diyalog ile iyileştirilebilen korkularımız,sosyal toplumunda sağlıklı gelişmesi için gerekli olan doneleri bize vermektedir.
Sonuç şuraya çıkar,
dünya sizin beyninizde oluşur, ruh haliniz onu yönlendirmenize yardım eder..
Ama size bir şey,
bu dünya, eninde sonunda,sizi..
KORKUTUR!
Korkuların fobiye,fobinin paranoyaya ulaştığını şiirlerin birinde,şu satıların altına imzasını atmıştır Necip Fazıl Kısakürek..
her gün elim tokmakta,
bir an irkiliyorum..
annem belki yatakta,
annem belki toprakta.
gün bitiyor şafakta,
biliyor,
biliyorum,
tabut gıcırdamakta
ve hevesler damakta…