Üniversite 2. sınıftaydım. 19 yaşında 3 kafadar, yaz tatilinde deniz, kum, güneş'ten başka bir rota bulduk kendimize, başka bir yol bir yön.. 24 saat süren bir otobüs yolculuğuyla İzmir'den Mardin'e ulaştığımızda sabahın erken saatleri olmasına rağmen hava Ağustos sıcaklığını hissettirmeye çoktan başlamıştı bile..
90'larda çocuk, genç olanlar için bitmez bir karmaşadır Güneydoğu'nun çoğu yeri, çoğu ilçenin, kasabanın adı terörle özleşir, anılır, acılarla, yitirilen hayatlarla.. Türkiye'nin en batı noktasında büyüdüysen eğer o kordon'da, yazın yazlıkta, plajda, sokakta yediğin midye dolmadır genelde Mardin'den göç etmiş Kadifekale'de yerleşik Mardin'li aileler dışında gidilmesinden çekinilen bir uzaktır Mardin çoğunlukla..
Uzağı yakın ettikten sonra bambaşka bir dünya, bir büyü sarar insanı. Yörenin farklı kültür, din, dil, ırk ve gelenekleri birarada barındıran yapısını gördükçe seni de çeker içine. İnsanını tanıdıkça, konuştukça anlaşamasan da aynı dili konuşup, anlarsın sıcaklığını.. İlk görüşte başlayan, Hiç bitmeyen bir "AŞK"tır Mardin..
Antep'e ilk gittiğim zamanı hatırlamıyorum hayatımda. İlk nerde yemek yemiştim onu da.. Ama iş Baklava konusuna gelince kolumdan tutup "İmam Çağdaş"a götürmüşlerdi. Hiç değişmedi baklavanın adresi bende . Yanılmadığımı da yıllar geçtikçe ve her gidişimde bir kez daha anladım.
Çok ilginçtir Antep'te artık vardığınızda sorun artık çoğu insan, çoğu Antep'li "Yok Koçak'tan al" diyor. Bence her ikisi de oldukça iyi olmasına rağmen, Mardin'e son gidişimde de aynı yönlendirme şekliyle karşılaştım.
Mardin denilince herkesin aklına ne gelir bilmiyorum ama, birinci sırada bir gün batımında toprak damlı bir evin terasında oturup elimde bir serçe şişe kendimi ufuktaki inanılmaz sarılara, turuncu ve kırmızılara, mavinin, parlamente, karanlığa dönüşünü, karışmasını izlediğim zaman gelir benim aklıma. İkinci sırada o medreseler minareler, alabildiğine taşlar, sarı dar sokaklar gelir. Üçüncü sırada "Kebapçı Rıdo" vardır benim Mardin'imde.. Adana gibi yassı şiş değil çubuklar üstüne dizilen, o ister 6 ister 10 tane ye ağırlık yapmayacak dana kebap vardır aklımda, heyecanımda..
İşte bu gidişimde heyecanla üçüncü nesil Kebapçı Rıdo'nun yolunu tutmuştum ki aynı Antep gibi burda da "Yok abi, sen Yusuf'a git daha iyi" diyenlerin oranı neredeyse yüzde 90'ı buldu.
Ben 20 yıl önce tanıştığım ve her gelişimde sektirmediğim Rıdo'nun lezzetinin de, dükkanın da, işleyişinin de hiç değişmediğinden bir tık emin oldup bir tık az yedikten sonra kalan yeri de Yusuf Usta'dan da tadına bakmadan dönmedim tabi ki. Dükkan'da eski günleri, anıları ve üçüncü nesil Tarkan Usta'nın baba yadigarı mangal küreğini bile atmayıp defalarca kırılan yerinden kaynattırıp tamir ettirdiğini dinledikten sonra Mardin'e yeniden yine aşık olmaya Sevgili Şef Ebru Baybara'nın evi diyebileceğim, sıcaklığıyla insanı içine alan Cercis Murat Konağı'nda devam ettim.
Şef, benim Mardin yolcusu olduğumu Amerika'da haber almış, selamlaştık uzaktan, yokluğunu aratmayan Cercis Konağı ailesiyle geceye farklı mezeleri ve eğlenceli şovları ve sunumlarıyla devam ettik. Ben Mardin'den ayrılırken Şef henüz dönüş yolundaydı ve bir sonraki buluşmamızda birlikte olması dileğiyle vedalaştık.
Bu sefer Mardin'de ne yapılır ne yenir ne içilir bir gezi yazısı yazmak değildi amacım. Aslında farkettiğim bir koku, bir aroma peşinden gittim biraz da bu sefer Mardin'e kısa bir kaçamak yapıp, biraz da alelacele.
Birkaç yıldır üstüste tatmaya devam ettiğim Süryani Üzümleri bir yola girmişti bu yıl. Özellikle Mezrona ve Kerküş kupajı Beyaz son rekoltesinde burnu oldukça canlı, zengin ve güçlüydü. Midyat'taki tesiste tanklardan birlikte numune tattığımız Favlus Bey de aynı görüşteydi: "Damak biraz daha uzun olsaydı keşke" diyerek her yıl Sevgili Taner Öğütoğlu'nun düzenlediği ve Gustobar firması tarafından yapılan Sommeliers' Selection 2018'de "ödül alırdık bu beyazla" diye ekledi. Diyeceğim o ki, Mardin'e gittiğinizde Midyat'a, Midyat'a gidince de mutlaka Favlus Bey'in tesisine uğrayın, bu çok farklı yerli üzümlerden yapılan güçlü lezzetleri denemeden dönmeyin.
İtalyan mutfağı artık her yerde,Ama İzmirli'lerin eli de artık İtalyan mutfağında...
Narlıdere ile Sahilevleri arasında çok keyifli bir gizli cennet var benim çok sevdiğim. Mandalin ve Zeytin ağaçları arasında, güzelliklerine ve bakmaya doyamayacağınız,en azından bir başlangıç yapıp, binmeyi denemeden ayrılmak istemeyeceğiniz asil atların olduğu, kışı başka yazı başka güzel B-Equine binicilik Kulübü'nden bahsediyorum bu sefer.
Sevgili Begüm, bir haftasonu kulüpte güzel bir workshop yapalım, hep birlikte haftanın yorgunluğunu atalım dediğinde hiç düşünmeden: "Tamam haftasonu görüşürüz" diyip soluğu İzmir'de aldım. Bir anda 26 kişi gibi kalabalık bir İtalyan Mutfağı Workshop'unun içinde buldum kendimi. Kimimiz 1967'deki orjinal reçetesiyle yaptığımız unsuz, yumurtasız, pişirmesiz tiramisu, kimimiz Capri Adası'ndan ismini alan taze mozarellalı Caprese salata kimimiz de Napoliten Pizza hamurlarını açmaya koyulduk. Urla Bağ Yolun'dan üzümlerle eşleştirdiğimiz lezzetlere gecenin ilerleyen saatlerine kadar şömine başında güzel mizikler ve sohbetler eşlik etti.
İlgilenen mutfak ve yeme içme meraklıları için İzmir'de bu yıl geçen yıla göre daha sık etkinlik yapıyor olacağımızı ve biraraya geleceğimizi yeri gelmişken bir daha belirtmekte fayda var. Herkese sağlıklı, keyifli bir yıl ve güzel günler dilerim. Görüşmek üzere.