Güzel bir yaz akşamıydı. Ayvalık ta deniz kenarında bir restoranda arkadaşımla yemek yiyoruz.
Balıklarımızı söylemişiz ortamın tadını, keyfini çıkarıyoruz.
Gün batımı, martılar, yosun kokusu ve tatlı serinlik.
Ve ortamı daha da güzelleştiren can arkadaşımla sohbet.
Hayat bize güzel o derece keyifliyiz.
Her şeyden kopmuşuz ve Ayvalık bizi içine çekmiş sadece onu yaşıyoruz.
Etrafımızda bir iki masa var onları ne duyuyoruz ne de görüyoruz.
Bir de çok tatlı bir köpek var.
Kimseleri rahatsız etmiyor.
Arada dolaşıyor, bazen de uyuyor.
Dedim ya kopmuşuz biz her şeyden.
Tüm güzellikler esir almış bizi ve bizde bu esaretten mutlu, mesut bırakmışız kendimizi.
Ta ki..
Yan masadan bağırışları duyana kadar.
Kendisinin cerrah olduğunu sonradan öğrendiğimiz adamın biri bağırmaya başlıyor.
“Yeter artık temizleyin burayı”
“Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz”
Kendisinin cerrah olduğunu neredeyse bütün Ayvalığa haykırırcasına bağırmaya başlıyor.
Kendi dünyamızdan uyanıp bir anda neler olduğuna odaklanıyoruz.
Köpek onların masasının yanına ama dibine değil biraz kusmuş.
Ve arkadaşlar anında gelip temizlemedikleri için, adam kendisinin kim olduğunu söyleyerek hem çalışanlara
Hem de köpeğe haddini bildirmeyi görev edinerek,
Önce “böyle bir mekanda nasıl köpek olur”.
Sonrası “Ben beyin cerrahıyım bu kusmuğun koku yolu ile bile insanlara nasıl zarar verdiğini biliyor musunuz.”…
Hayvan beslemenin zararlarını bağıra bağıra anlatıyor.
Kendisinin verdiği zararlardan ise habersiz…
Herkes telaşlanıyor ve bir anda mutsuzluk. Kapkara bir bulut çöküveriyor o anda sanki ortama.
Öyle kolay değil tabi.
Adamı gönderemezsin.
Peki ya köpeği..
O çok kolay.
Söylersin belediyeye ertesi günü gelir alır hayvanı.
Bir daha ne sesini duyarsın ne de kendisini görürsün.
Öyle olduğunu düşünüyorsunuz değil mi..
Ama o mekanın sahipleri öyle birileri değiller işte.
Sonrası mı…
Adam masasını değiştirtti. Tehditle rezervasyonlu başka bir masaya oturdu.
Bir süre sonra sessizlik ve biz tekrar kendi dünyamıza geri döndük.
Biraz o adamdan ve arkadaşlarından konuştuk.
Acıdık biraz ona, üzüldük de sanırım.
Hayata, yaşama yüklediği anlamı konuştuk.
Baktığını ve ne gördüğünü düşündük.
Arkadaşları ile keyifli bir gece geçirmektense,
Hala kim olduğunu kanıtlamaya çalışan bir insanın dramına acıdık.
“Ey Ayvalık sen ünlü cerrahı ağırlıyorsun haddini bil”.
Güldük de biraz sonra, komikti düştüğü durum buna da üzüldük
Sen o masadan kalkıp gittin Ayvalık hiç değişmedi.
O mekan ve o güzel köpek insanlara mutluluk, sevgi, sadakat mesajları vermeye devam etti.
Baka bilene, görebilene, hissedebilene.