Hayatlarını alırken, onlara bir tek gün verdik, 8 Mart...
İlk ona düştüğümüzü hiç anlamamıştık, aylar suyun içinde su gibi akıp giderken. Bir de baktık ki, onun o sıcacık bedeninden soğuk dünyaya gitmek hiç de hoşumuza gidecek bir şey değildi.
Dünya enteresan bir yerdi, hıçkıra hıçkıra nefes almaya başladığımızda anlamıştık belki, anamızdan doğduğumuza pişman olacağımıza. Küçük bir bedenimiz vardı, üç-beş kilo arası ağırlık, yirmi, yirmi beş santim arası, boyumuz postumuz. Dünya kocamandı. O kadar büyüktü ki, yıldızları görebilmek için başımızı gökyüzüne çevirmemiz gerekiyordu,
oysa hatırlamıyorduk ama büyük ihtimalle o yıldızlardan biri, bizimdi.
Sonra tanımadığımız birçok canlı vardı, birçoğu da bizim ırkımızdandı, en azından biz öyle sanıyorduk. Beynimiz vardı düşünüyorduk, toplu düşünmeye dair sistemler üreten bir organdı bu beyin aynı zamanda. Annemiz vardı, hayvansal bir sistem gibi, onu kokusundan, sesinden tanıyorduk. Ne zaman karnımız acıksa o doyurur, ne zaman pislensek,o temizlerdi… Hatta ne zaman pisletsek bile o temizlerdi.
Anne bir dişiydi, kimimize göre hem cinsimiz, kimimize göre karşı cinsimizdi. Ve dünya denen bu mavi kürede, O en değerli varlıktı bizler için.
Bu düşünüp, kendimiz için daha da mükemmel bir dünya oluşturalım diye, vücudumuza monte edilen beyin zaman içinde, sistemler üretmeye başladı. Birisi yemek bulmak zorundaydı,hayvanlar âleminin nerdeyse tam tersine insanoğlunda yemeği erkek bulmaya başladı.
İnsanız ya, havyanlardan farkımız olsun diye düşündük her halde…
Bu zamanla ’’ben besliyorum psikolojisi’’ aslında ANAERKİL bir yapıya sahip olan doğada, BABAERKİL bir saptamaya dönüşmüş oldu.
Git gide artan ego ve kuvvet âşıklığı, bizlerin var olmasını sağlayan dişiye yapılan eziyetlerin başlangıç noktasını oluşturdu zamanla. İnsanoğlunda öyle bir yapı var ki, aslında neredeyse koyunlarla aynı kıvamda. Sürü psikolojisi var mesela. Mesela, doyduğunu anladığı halde zamanla evrim geçiren, geviş getirmesine sebep olan bir tembellik psikolojisi var.
Kendi gıdasını ve sosyal yapısını başkasına bağımlı olarak yaşama başlatılan kadın, hem fiziksel, hem psikolojik, hem de sosyal eziyetlere maruz kalmaya başlar. Ve işte tam o sırada, beyin dediğimiz organ çalışmaya başlar ve ANARŞİZM doğar. Artık, kadın da, bu kapitalist sistemin, bu kişilere bağlı hegemonyanın bir parçası olmamaya kara verir. Kendi ekonomik özgürlüğünü alma savaşı neredeyse Amazonlardan bir iki yüzyıl öncesine dayanır. Buradan şu da çıkar dünyada rejimler birkaç yüzyılda olgunlaşır.
Kadın çalışır, elması kızarır elbet, her özgür varlık gibi kendi dünyasını kurmak, ilk önce tüm canlılara hayat veren kadına yakışan bir şeydir zaten.
Kadın savaşta ve barışta her daim itici bir güç olmuştur. Sanayinin her kolunda kadın emekçilere rastlamak mümkündür, aynen ABD’de olduğu gibi. 8 Mart 1857 tarihinde New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000'i aşkın kişi katıldı. Bu 129 kişinin sonu, bir mücadelenin de başlangıcı oldu aynı zamanda.
Bu olaylardan elli yıl sonra da Kopenhag’da toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Federasyonu, Alman Sosyal Demokrat Parti önderlerinden Clara Zetkin tarafından, bu özgürlük ve emeklerinin kavgasını veren 129 kadını anmak için, bu katliamın yapıldığı günü ‘’DÜNYA KADINLAR GÜNÜ’‘ olarak anmaya karar vermişlerdir. Ülkemizde bu ‘’Emekçi Kadınlar Günü’’olarak anılır ve de kutlanır.
Geçen aylarda, Kadın Sığınma Evlerine büyük destek veren USTA MAKASLAR’ın bu destek gecesinde, bir şiir dinletisi yaptım. İzmir Kadın Sığınma Evlerinin yayınladığı broşürlerdeki bilgiler tüylerimi diken diken etmeye yetti. Rastladığımız veriler aslında bütün bu ayrımcılığın net göstergesiydi ve bu başlı başına bir zulümdü.
Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur.
-Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir.
Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri
ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır.
-Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700.000 ila 4.000.000 arasındadır.
Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolardır.
-Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır.
-En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış).
Genellikle, suiistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir.
Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suiistimal şeklidir.
-Dinsel, kültürel vb. nedenlerle yılda iki milyondan fazla kız çocuğunun genital organlarına hasar verilmektedir. Bu oran, 15 saniyede bir kız çocuğudur.
-Sistematik tecavüz yeryüzündeki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda Soykırımı (1994) esnasında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.
Bunları okuduktan sonra, bizleri dünyaya getiren anne, abla, eş olan kadınlara, ya da esasında bizden güçsüz olana ettiğimiz zulmü görünce insan olmaktan utandım.
Hayat bize verilen bir armağandır, bu armağanı başkaları için zulüm yapmayalım.
Annemin, ablalarımın, aşkım eşimin ve tüm kadın dostlarımın ‘’DÜNYA KADIN GÜNLERİ’’ni kutlarım. Sizleri, seviyorum.