Pek çoğumuz bazen gitmek, yollara düşmek isteriz. İşte bu yüzden yolunuz Yunanistan’a düşerse Delfi tapınağına bir zahmet uğrayın.
Annemin “sizin gittiğiniz yol yol değil” sözüne inat yollardayız.
Delfi Yunanistan’ın kuzeyin de 2450 metre yüksekliğindeki Parnasos dağının yamacında bulunan bir merkezdir (Parna Hititlerde ev mekan anlamına geliyor) Mont Fransızca tepe, dağ anlamına gelir. Paris’teki Montparnasse mahallesi de ismini buradan almış. Latin Mahallesi’nde yaşayan bir kısım öğrencinin verdiği isim olarak belirtiliyor.
Delfi Apollon tapınağı ile ünlü bir merkezdir. Merkezdir diyorum çünkü burası o dönemde dünyanın merkezi (Omfalos Taşı) orası olarak kabul ediliyordu. Dünyanın her yerinden burayı ziyaret etmeye gelenler ile dolup taşıyor sorularına doğru cevap arayanlar burada sorularına cevap bulup dönüyorlarmış...
Sokrates’e dünyadaki en bilge kişi olduğunu söyleyen kahine karşılık sokrates buna inanmamış ve yıllarca gezdikten sonra kahine gelip şöyle demiştir: "evet haklıymışsın ben dünyadaki en bilge insanım çünkü bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim ve bunu bilen tek kişi benim"
Motorsikletlerimiz ile otoyoldan ayrılıp yavaş yavaş yukarıya doğru tırmanmaya başlıyoruz. Burada küçük bir market bulup bir şeyler alıyoruz yaşam sanki durmuş gibi. Parnasos o dönemlerde tanrıların mekanıymış. Zeus ve Gaia otururlarmış.
Delfi Tapınağı zaten Apollon’dan önce Gaia’ya adanmış bir tapınak olduğu biliniyor.
Delfi, Delphoi, « dauphin » yunus sözcüğünden geliyor. Delfi M.Ö.800 yılında kurulduğu tahmin ediliyor. M.Ö. VIII ve VII. yüzyılın ortalarında Apollon’un ünü sayesinde tapınağın önemi artmış. Delfi Tapınağın yıkılışı M.Ö.373 yılında büyük bir depreme bağlanıyor fakat bazı kaynaklar toprak kaymasının neden olduğu yazmakta. Benim gördüğüm manzaraya göre de toprak kayması daha muhtemel bir seçenek. M.Ö. IV sonrasında siyaset nedeniyle Delfi önemini yitirmiş Roma Yunanistan’ı fethetmesiyle buraya bir stadyum inşa etmişlerdir.
392 yılında, Pagan, çok tanrılı, puta tapan kültlerin Roma tarafından yasaklanması Apollon kültü resmi olarak sona ermiş. Temiz havası ve manzarası ve geçmişten gelen kutsallığı nedeniyle Delfi’ye Hıristiyanlar yerleşmiş, kiliseler ve lüks villalar yapılmış.
Sabah Delfi’ye geldik güneş yeni doğuyor hava o kadar güzel ki oksijenle dolduruyorum ciğerlerimi kimseler yok ortada ; , Apollon, Gaia, Zeus, burada stadyumda top oynadığını hayal ediyor hayaller kuruyorum. Tarihi solumak paha biçilmez bir duygu.
Antik kentlerde fotoğraf çekmek en güzelidir. Bumu ayrı severim, Silik adımları izlersin. Dokununca yorgun yapıların hayat hikâyelerini dinlersin. Oralarda esen rüzgar bile ayrı bir eser serin serin. Sanki yüzyıllar öncesinden esiyormuş gibi. Ayrı bir tat vardır ağzınızda , ayrı bir huzur. Büyülenip kalırsın bir tapınağa adım attığınızda.
O devasa yıkık tiyatrosuna oturduğunuz vakit, eğer seviyorsan antik kentlerde zaman geçirmeyi...
Yüzyıllar öncesinde söylenmiş o şarkıları, o coşkuyu belki duyabilirsin. Velhasıl güzeldir antik kentlerde gezmek.
Bize söylenen yoldan, yamacı döne dolana tırmanarak Delfi’yi gezmeye başlıyoruz. Gişeden hemen sonra sur içine dalıyor ve antik dönemdeki kutsal yoldan içeriye giriyoruz. Sağlı sollu Atinalıların, Spartalıların, adak anıtlarının konulduğu heykel temelleri, tekli ya da ikili sütunlar yer alıyor. İlk virajdan sonra hemen karşımıza çıkan, Delfi’deki yirmiye yakın, dönemin çeşitli kentlerinin tapınağa sunak olarak sunduğu değerli eşyaların yer aldığı hazine odaları ya da yapılarından biri olan ve kusursuz bir şekilde restore edilmiş, Kocaman Apollon Tapınağı’nın önündeki kavşakta, Sultanahmet’teki yılanlı sütunun aynısının röprodüksiyonu bronzdan bir sütun var. Meğerse İstanbul’da At Meydanındaki birbirine sarılmış üç piton yılanını tasvir eden Yılanlı Sütun (Burmalı Sütun), 324 yılında İmparator Konstantin tarafından Delfi’den alınarak Konstantinopolis’e getirilmiş.
Sadece 5 metrelik bölümü günümüze ulaşan bronz sütun M.Ö.479 yılında Persler karşısında birleşen Yunan şehirlerinin kazandığı zafer anısına yaptırılmış. Halkın inanışına göre bu birbirine sokulan yılanların kenti böceklerden ve yılanlardan koruduğuna inanıyormuş. Zaten heykel Konstantinopolis’e geldiğinden beri İstanbul’daki yılanların ve böceklerin yok olduğu söyleniyor. Ta ki Osmanlılar gelene kadar. Bunlardan birisi ile ilgili Evliya Çelebi, ünlü seyahatnamesinde şunları yazar: "Başının bir tanesini kendini bilmez, yiğitlik taslayan biri kılıçla vurarak kırmıştı. Osmanlıların kırdığı (birini Fatih kargısıyla, diğerini ise kafayı bulan bir Yeniçeri kılıcıyla) yılanların başlarından sadece biri bugün İstanbul Arkeoloji müzesindeymiş, diğerleri kayıpmış. Başlangıçta sütunun üstüne yerleştirildiği düşünülen altın kazan M.Ö.357-346 yılları arasında savaş giderlerini karşılamak için zamanında eritilmiş. Bugün her yanımızı saran yılanların bu heykelin zarar görmesinden kaynaklandığı rivayet ediliyor.
Yamaçtaki tribünleriyle oldukça heybetli ve iyi durumda olan büyük stadyuma da sadece dışarıdan bakmakla yetiniyoruz. İçine girip toprağa basmak yasak. Buralarda belirli bir dinsel takvime göre jimnastik, güreş ya da şarkı yarışmaları yapılırmış.