Dergiye yazmaya başladığımdan bu yana, her ay ikizlerle yazacağım yazı konusunda konuşuyoruz. Bu sabah bana yine sordular, müzik olacak dediğimde çok mutlu oldular.
Bizi tanıyan herkes çok iyi bilir ailece müzik delisi olduğumuzu. Her türden müzik dinlemeye çalışırız. Sabah gözümüzü açtığımız an başlar bizim evde müzik tınıları. Evde, arabada, her yerde olmalı müzik bizim için. En iyi sistemlerle içimize, en derine kadar işletiriz müziği. Müziksiz bir anımız geçmez. Klasik, rap, arabesk, Türkçe, yabancı, eski, yeni, ne olursa, o an canımız neyi dinlemek isterse...
İkizler küçükken, 1 yaşları dolana kadar odalarında 7/24 klasik müzik çalardı. Bebekken onları sakinleştirir, rahat uykuya geçmelerini sağlardı. Temelini o günlerde oluşturdukları müzik zevklerine çok güvenirim. İnanılmaz güzel parçalar bulup dinletirler bana. Büyükten küçüğe geçen bir tutkudur bu bizde. Dedeleri Akın Simav, Türk sanat müziği aşığıymış; özel bir defteri varmış bunun için. Defter bu yaz elimize geçtiğinde gözlerimiz doldu. O kadar itinalı, o kadar temiz ve düzenli! Diğer dedemiz, babam, Burhan Alkın da tam bir Türk sanat müziği aşığıdır. Kendimi bildim bileli evde ve arabada son ses, kendinden geçercesine dinler; parçalara eşlik eder.
Bu yüzden de müzik çocukluğumun en vazgeçilmezi oldu. Kaliteli şarkı ve sanatçı çeşitliliğinin az olduğu dönemlerde hayatımıza girdi Eurovision Şarkı Yarışması. Türkiye için de milli meselelerden biri oldu uzun yıllar. Her yıl Türkiye’deki elemeler, seçilecek olan sanatçı ve şarkısı, parçanın Türkçe mi İngilizce mi olacağı günlerce tartışılır; bu heyecanla coşkulu zamanlar geçirirdik. Tartışmalar bizde olduğu kadar başka ülkelerde de sürdürülür, onlar da uzun uzun gündemimizde kalırdı. Eurovision Şarkı Yarışması, birinci olanlara uluslararası arenada kendilerini tanıtma, kariyerlerini başlatma ya da devam ettirebilme fırsatı sunmaktaydı. Yarışmada elde ettiği birincilikle parlayan ve sonrasında önemli yere sahip olanlardan biri ‘’ Waterloo’’ şarkısı ile grup Abba olmuştu. 1988 yılında ise İsviçre için yarışmaya katılan Celine Dion yarışmada derece alan önemli isimlerdendi.
O halde, mazi kalbimde yaradır, deyip ülkemizin Eurovision geçmişine bir göz atalım…
Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması’na ilk kez 1975 yılında dahil olmuş. Pek çok besteci elemeler için şarkı göndermiş. Son elemelere katılanlar arasında kimler yokmuş ki Nilüfer, Füsun Önal, Ali Rıza Binboğa… “Seninle Bir Dakika” ile o yıl yarışmaya katılan Semiha Yankı dereceye giremese bile şarkı, yıllarca müzik listelerinin vazgeçilmezi oldu. 1980 yılında ülkemizi temsil etmesi için Ajda Pekkan ve “Petrol” seçilmişti. Pekkan, aldığı 23 puanla yarışmadan 15. olarak ayrılmıştı. 1985 yılında ülkemizi temsil etme görevi MFÖ grubuna düşmüştü. “Diday Diday day” şarkısı ile 14. olmuştuk. Ne zaman ilk ona gireceğiz derken Candan Erçetin’in de içinde olduğu klip ve Onlar grubu ‘’Halley’’ şarkısı ilk 9’a girmeyi başarmış, şeytanın bacağı kırılmıştı. 1990 yılında Türkiye’nin en önemli ses sanatçısı Kayahan’ın ’’Gözlerinin Hapsindeyim’’şarkısı belki dereceye girememişti ama Türkiye’de o günden beri tüm aşıkların vazgeçilmez şarkısı olmuştu. Bizim yüzümüz hiç mi gülmeyecek diye kara kara düşünürken benim en sevdiğim seslerden biri olan Şebnem Paker ve Grup Etnik imdadımıza yetişmiş ve bizi 3. sıraya yerleştirmişti ‘’Dinle ‘’ şarkısı ile. Arada kah üzüldük kah öfkelendik; çoğunlukla da ,herkes zaten komşusuna puan veriyor, diye avutmaya çalıştık kendimizi. Yıl 2003 ve Sertap Erener bizi derinden gururlandırmayı başarmıştı nihayet. İngilizce şarkı seslendirme şartı ile yarışmaya katılmayı kabul eden Erener,’’Every Way That I Can’’ şarkısı ile uzun yıllar beklediğimiz birinciliği ülkemize getirmişti.
O yıl ben ikizlere hamileyim, büyük bir heyecanla yarışmayı bekliyorum çünkü inanılmaz coşkulu ve heyecanlı bir şarkı. Sertap’ın sesi, dansları ve görselliği ile iyi bir sonuç almamız kaçınılmazdı. Müthiş bir geceydi. Puanlar verilirken ayakta izlemiştik. Sonuçlar açıklandığında Türkiye ayağa kalkmıştı, olabilecek en güzel zaferi elde etmiştik geçen bunca zamandan sonra. Geçen günlerde gittiğim Sertap Erener’in müzikalinde bu şarkı başladığında herkes aynı coşkuyla, avuçlar patlayana kadar alkışlamış; şarkıyı ezbere, en büyüğünden en küçüğüne ayakta ve hep bir ağızdan söylemiştik. Kendini kanıtlamış olmanın devam eden gururunun kanıtıydı bu coşku. Bu başarıdan sonra Kenan Doğulu ve Hadise gibi isimlerle yarışmaya katılmış, 4. sırada kalmayı da başarabilmiştik. Sonraki yıllarda yarışmaya katılan Can Bonomo, Manga, Athena şarkıları ile gönüllerimizin vazgeçilmezi oldular.
Bu yarışmanın asla vazgeçilmeyen ve unutulmayan adamı ise Bülent Özveren’di tabi ki de. Onun diksiyonu, mükemmel Türkçesi bizleri daha çok kenetliyordu bu yarışmaya. Puanlama aşamasında yüksen puan veren ülkeyi kardeş ilan ederken ve puan alamadığımız ülkelerle aramızdaki siyasi ilişkiyi değerlendirirken yükselen tansiyonu onun yumuşak sesi düşürebilirdi bir parça.
Mayıs ayı geldiğinde Eurovision ve o yıllar gelir her zaman ilk aklıma. Bu aralar çocuklarımla yarışma şarkılarını keşfe çıktık. İnanılmaz eğleniyoruz. Dinlerken, videoları seyrederken ben anılarımı anlatıp o günlere dönüyorum, ikizler ise keyif alıyorlar anlattıklarımdan. Tüm Türkiye’nin milli birlik içinde aynı kişiye ya da bir gruba destek olma çabasının güzelliğini anlatmaya çalışıyorum onlara. Dinlediğimiz, eşlik ettiğimiz şarkıların sözlerini ister anlayalım ister anlamayalım o an sadece ritmine, dansına, ezgisine herkesin aynı anda eşlik ettiğini bilmek bana paha biçilemez geliyor bana.
Şimdi de kanallarda bunlara benzer programlar mevcut ama bana hiç o yarışma kadar mutluluk vermiyor. Türk pop müziğine yaptığı katkılar, çok sesliliğin, renkliliğin simgesi olan bu büyük organizasyona bence artık Türkiye acilen geri dönmelidir…