HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Ahmet Gürel

SAMSUN’DAN AMASYA’YA YANAN KUVA-İ MİLLİYE IŞIĞI

Magazinizmir

19 Mayıs 1919 tarihinde, Samsun’a yanaşan bir vapurdan, dalga dalga tüm yurda yayılan bir umut yayılmıştır. “O Umut”, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa idi. O, işgal İstanbul’unda, altı ay, ülkeyi emperyalist ülkelerin işgalinden nasıl kurtaracağını planlamış ve arkadaşlarıyla yapacaklarını tartışmıştı. 
Samsun’a, hasta ve yorgun bir halde gelen, 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal, en küçük güçsüzlük eseri göstermeden bir hafta Samsun’da kalmıştır. Samsun’da yaptığı tespit ise, Rum çetecilerin, Müslüman halka saldırdığı ve yerel yöneticilerin, dış güçlere karşı eli kolu bağlı olarak, çıkan olaylara müdahale edemedikleri, şeklindeydi. Şartlar uygun olmadığı için, 25 Mayıs günü, karargahını Havza’ya taşır ve Türkler için onurlu bir yürüyüş olan, Erzurum, Sivas ve Ankara kongre yolları başlar.
Bu yıl, 15 Mayıs 1919, İzmir’in işgali, acı gün ile başlayan, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışı ile bir umuda dönen bu yolculuk, tüm yurtta 100. Yıl etkinliği olarak, coşku ile anıldı ve anılmaya devam edecektir. Kendi adıma, bu konuda 18. Konferansımı, Karaburun Festivalinde vereceğim. 
Bu kutsal yolculukta, Mustafa Kemal Paşa, önce Havza’ya gelir ve işgallere karşı direniş için millî kuruluşların yaygınlaştırılması için çalışmalarına başlar. Havza’da çalışmasını tamamlayan Mustafa Kemal Paşa, Amasya’ya gelmiş ve çalışmasına orada devam etmiştir. O, 22 Haziran 1919 günü, açıkladığı Amasya Genelgesi ile, Türk kurtuluş hareketini kişisel bir hareket olmaktan çıkarıp, milletin birlik ve dayanışmasını sağlayan milli bir hareket haline getirmiştir. 
O ve arkadaşları; Anadolu ve Rumeli'de kurulmuş olan milli cemiyetleri tek amaç doğrultusunda birleştirmek istemiş ve bu düşünceler içinde Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayabilmek için çalışma yoğun bir çalışma yapmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın ilk defa gerekçesi, amacı ve yöntemi açıklanarak, Türk milleti'ne egemenliği eline alması için tüm dünyaya bir çağrı yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, çalışmasının sonunda, İstanbul, Anadolu'ya egemen değil, bağlı olmalıdır, demiştir.  
Amasya Genelgesi, Türk İnkılap tarihinde, “yeni bir Türk Devletinin korumasında katkısı olan çok önemli bir hukuki ve siyasi belge değeri taşır.”
General Ali Fuat Paşa’dan bir Amasya anısı:
“Amasya’da buluştuğumuz arkadaşlara 22 Haziran 1919 tarihinde veda ettim. Bir an önce teftişte bulunan Vali Muhiddin Paşa’dan önce Ankara’ya dönmek istiyordum. Hüseyin Rauf (Orbay) Bey ve görüşmelerimizde dinleyici olarak bulunup, kararlarımıza katılan eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya (Yiğit) Bey, Mustafa Kemal Paşa’yla beraber Erzurum’a gidecekti. Gezileri daima gizli tutulacaktı, hareket günü hiçbir surette açıklanmayacaktı. 
         Yaverim İdris Çora Bey ile İstanbul’daki kişilere yazılan mektupları Kara Vasıf Bey’le götürecek olan Maliye Müfettişi Arif Bey beraberimde bulunuyorlardı. Mustafa Kemal Paşa hareketimden biraz önce beni bir kenara çekerek:
         ‘Fuat Paşa, Beni Ordu Müfettişliği görevinde uzun süre bırakmayacaklarını biliyorum. Şu önümüzdeki birkaç gün içinde durum anlaşılacaktır. Seni temin ederim ki, mücadelemizi unvan ve yetkilerden uzak olarak sürdüreceğim. Arkadaşlarımın aynı yakınlığı ve bağlılığı göstereceğine inanıyorum.’
         Paşa’nın ne demek istediğini anlamıştım. İstanbul’daki son görüşmemizde verdiğim sözü tekrarladım.
         ‘Durum ne biçimde gelişirse gelişsin, ben ve kolordum, her zaman emrinizde kalacaktır’ dedim. Biraz durdu:
         ‘Bu adamlar seni de kolordu başından ve hatta askerlikten ayırabilirler.’ Elimi heyecanla sıktı:
         ‘Biliyorum, biliyorum Fuat’, dedi ve sonra ilave etti:
         ‘Haydi, uğurlar olsun, Vali Muhiddin Paşa’ya selam söylemeyi unutma.’”
         Dr. İbrahim Tali Öngören’den bir Amasya anısı:
         “Samsun’dan Havza’ya gidiyorduk. Altımızda, Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan Benz marka bir otomobil vardı. Şoför de Türk değildi. Yola çıktık. Biraz sonra motorda bozukluk oldu ve araba durdu. Otuz altı yaşında zaferler kazanan Komutan Mustafa Kemal Paşa’nın ne demek olduğunu o zamanki arkadaşları bilirler. Kızdı ve asabileşti. Şoförü azarladı ve kendisi makineyi harekete getirmeye uğraştı. Tabii başaramadı. 
         Ben, Doktor Refik Saydam ve Kazım Dirik bir köşede duruyorduk. Doğrusu, içimizden neden işe karıştığından hem üzülüyor, hem sinirleniyorduk.
         İçimizden geçeni anlamış gibi bize baktı ve dedi ki:
         ‘On yıl sonra sizinle, kendi yaptığımız yollarda Türk şoförleri bizi istediğimiz yerlere götürecekler.’
         Biz sustuk… İçimizden geçenlerin ne olduğunu bilmem anlatmak lazım mı?
         Aradan tam on yıl geçti.
         Ben, Birinci Genel Müfettiş idim. Diyarbakır’a gelmişti. Bir yolda giderken yine otomobil bozuldu. Kafile durdu. Beni yanına çağırdı ve Türk şoförle, işlemeye başlayan makineyi işaret etti: 
         ‘Sözümü yerine getirdim.’”
         Amasya’dan Sivas’a giderken, kendisinin ‘çuvaldan’ diyerek giydiği o sivil spor ceketinin göğsünde yalnız bir tek madalya parlıyordu. Çifte kılıçlı altın imtiyaz madalyası, işte göğsünden ayırmadığı o madalyaydı. Ruşen Eşref (Ünaydın) Bey, o madalyayı şöyle anlatıyordu:
         “Onu çok seviyordu. Hafızam beni yanıltmıyorsa, Sakarya’dan sonra, İsmet Paşa’ya, Kazım (Özalp) Paşa’ya üstün hizmetlerinin karşılığı olmak üzere o çifte kılıçlı altın imtiyaz madalyasından birer tane vermişti.
         Amasya’da Salih Paşa’yla görüştükten sonra Sivas’a dönerken otomobilde, göğsünde taşıdığı madalyayı sever gibi elleriyle okşadı:            
         ‘İstanbullular rütbelerimi, madalyalarımı geri alacaklarmış. Hakları yok ya! Çünkü ben onların her birini bir savaş meydanında, bir hizmet karşılığında kazanmışım. Salonlarda, saraylarda değil. Fakat her neyse ben onlardan daha önce davranıp, istifamı verdim. Varsın alsınlar.’ Eliyle madalyasını okşayarak:
         ‘Ancak bunu vermem, bunu benden kimse alamaz. Bunu Anafartalar’da savaş meydanlarında benim göğsüme taktılar.’ Koca Gazi, ardında bırakıp geçtiği zafer dolu hayatından yalnız bu altın madalyayı kendine alıkoymuştu.
         Onu göğsüne bir kaleye bayrak diker gibi, takmış, sarı saçları Anadolu rüzgârıyla okşana savrula koşup gidiyordu, ışığa doğru…”  
Temmuz ayında, Erzurum Kongresi’ni anılarıyla yazarken, vatanın kurtuluşunda bu kongrenin yerini hep birlikte anımsayalım. 27 Aralık’ta 1919, yolumuz Ankara... 1919 yılı - 100. Yılı anma etkinliklerine  devam edeceğiz.


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN