HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Zeynep Bugay

Erişkinler İçin Hikayeler Kraliçe 

Magazinizmir

“Tüm Prens Adaları sihirlidir ve özel bir efsun halkasıyla korunur. Kraliçe ise geceleri Ada’ları ve halkını ışığıyla gözler, senelik tutulmada da İnci Tozu Askerlerinin eşliğinde yer yüzüne iner ve herkesin istek ve dileklerini dinler. Bir gün senin de bir dileğin veya şikâyetin olursa senelik tutulmada Kraliçe’den yardım isteyebilirsin” dedi kafasına tersten kocaman bir tas takılmış gibi duran ve çılgın gürlükteki yeşil yaprak saçlarını yaramaz yaz rüzgarında keyifle sallayan Dut. Bildiği gizli sırları yakın arkadaşı Mırmır’la paylaşmak, onu bahçesinde yaşıyor olduğu Öğretmen Hanım’a dut verip, meyveleri için övgü almaktan daha mutlu ediyordu. 
Sallanırken yapraklarının arasına iyice gizlediği, kararmaya başlamış ve bir kısmı da henüz olgunlaşmadığı için hala kırmızı olan dutlarını, saçlarının gölgesinde dinlenen Mırmır’ın tekir İran, yeşile çalan gür tüylerinin arasına muzipçe bıraktı. “Peki Kraliçe haricinde başkaları da var mı?” diye merakla sordu Mırmır. Bir yandan da tepesine yağan dutları silkeliyordu. “Var tabii ki ama sana her şeyi bir seferde anlatamam. Güvenilir bir sırdaş olduğundan emin olmam lazım... Üstelik büyüklerimiz ağaç olmayan bir canlıya kuşaklar boyu topluluklarımıza emanet edilmiş bu sırları öylesine verdiğimi öğrenirse, daha fazla bilgi emmemem için köklerimi kuruturlar” dedi. Mırmır onun ne demek istediğini annesinin öğrencilerine sık sık tekrar ettiği bir cümle sayesinde gayet güzel anlamıştı. “Kıymetli bir bilgi sadece onu almaya hazır olana ifşa edilebilir. Zamanından önce vermek, onun anlaşılmamasına, değersizleşmesine ve dahası emanet edildiği kişinin de hayatının güçleşmesine sebebiyet verecektir. Son olarak, bilgi ehli olanın ağzının sıkı olması gerekir” derdi.
Ağaçların hayata ve evrene dair nesiller boyu bildikleri ve kendilerine büyükleri tarafından emanet edilen tüm sırlar, kökleri sayesinde ruhuna bağlı oldukları Gaia Ana’nın hafızasından kendilerine sınırsızca akardı. Onlar var oldukça dünyanın unutulmuş sözsüz tarihi yeryüzünün karanlık toprağından köklerce emilir, gökyüzündeki katmanlara doğru dallar vasıtasıyla aktarılırdı. Bu sayede bilgi asla kaybolmazdı… Mırmır ayağı yere, başı göğe değen bilge bir arkadaş sahibi olmayı ve ondan adanın ve yaşamın gizlerini öğrenmeyi çok kıymetli buluyordu. 
Bahçedeki diğer ağaçların onları işitmediğinden emin olmak istercesine etrafına bakındı. Her ne kadar fısır fısır tabir edilebilecek kadar kısık bir sesle de konuşsalar duyulmaları halinde Dut’un başının belaya girebileceğini biliyordu. Dahası güvenilir olduğunu kanıtlayıp, daha fazla şey de öğrenmek istiyordu
Biraz uzakta şezlongunda sükunetle kitap okuyan annesine bir göz attı. Bildiklerini onunla da paylaşabilmeyi çok isterdi… “Aklından bile geçirme” diye uyardı onu Dut. “Aynı dili konuşamıyoruz ki tasalanma…” diye mahcup bir şekilde cevap verdi Mırmır. Niyeti kötü olmasa da ketumiyetiyle ilgili onun aklında soru işareti bırakacak bir olumsuz intiba oluşsun istemiyordu. “O bizleri duymayı unutmamış az sayıda insandan birisi…” dedi Dut emin bir şekilde. “Tamam ağzımı sıkı tutacağım hiç merak etme. Çok teşekkür ederim anlattıkların için” diyerek uzaklaştı Mırmır.
Annesinin görünmeyen dünyayı bir şekilde algıladığını, insanoğlunun dışındaki canlıların hayatlarına sonsuz saygı duyduğunu ve tam olarak aynı lisanı konuşamasalar da onların meramlarını anladığını düşünüyordu. Fakat Dut’un iddia ettiği şekilde onları duyabildiğine inanmıyordu. Tüm bu düşünceler aklında Şükran Öğretmen’in ayağının dibine gelip, gurlayarak kıvrıldı. Annesini çok seviyordu. Belki öz annesini tanıma fırsatı hiç olmadığından belki de bu annesi öteki annesinin ve kardeşlerinin yokluğunu ona duyumsatmayacak kadar onu sevip, sahiplendiğinden ötürü ona bu sevgiyi duyumsuyordu ama sebep her ne olursa olsun Mırmır su götürmez bir şekilde Öğretmen annesini çok seviyordu. 
Annesi onun gelişinden hoşnut bir şekilde “Hoş geldin Mırmır’cığım, Dut’la konuşmanızı bölmek istemediğim için yanınıza gelmedim, burada tek başıma okumayı tercih ettim” deyince, Mırmır bir anda kulaklarını merak ve hayret içerisinde dikti. Kalbi hızla çarpıyordu ve annesinin tüm bunları tesadüfen mi dediğini yoksa Dut’un söylediği gibi gerçekten onları duymuş mu olduğunu anlamak istiyordu. Annesi onun meraklı yeşil gözlerine baktı ve “İçerisi nasılsa dışarısı öyledir, yukarısı nasılsa aşağısı öyledir, evren nasılsa ruh öyledir. Dut ve diğer tüm ağaçlar da en az bunu demiş olan Hermes Trismegistus kadar bilgedir. Ondan öğrenebildiğin için çok şanslı bir ruhsun” dedi. 
Mırmır gözlerini annesinin gözlerinden çekmeksizin “Asıl senin gibi bizi duyabilen bir annem olduğu için çok şanlıyım. Seni çok seviyorum” dedi. Şükran öğretmen ona doğru eğilip, uzun parmaklı zarif ellerini onun yeşil tekir tüylerinin arasında sevgiyle gezdirip “Benim güzel oğlum. Ben de seni çok seviyorum” diye yanıt verdi. Tüm bahçe, karıncalar, sümüklü böcekler, kurtlar, ağaçlar, çiçekler, çimenler, rüzgar, Ada’nın ruhu ve hatta Kraliçe bile onları duymuş ve bütünden ayrı düşmemiş bu ruhlar için içtenlikle gülümsüyorlardı. 


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN