Neptün’ün 6 halkası birer birer yörüngesinden ayrılmaya başlamıştı. Taşıdığı bol metan gazı sayesinde büyüleyici bir maviye sahip olan soğuk gezegenin ayı sayılabilecek Triton, en kalınından en incesine kadar tüm halkaların kopuşlarını birer birer takip ediyor ve tüm süreci yönetiyordu. “16 saat 6 dakika dolmazdan evvel yörüngeye geri dönmeniz gerekiyor!” diye uyardı Triton. Neptün’ün yüzey rüzgarları kopuşun süratlenmesi için Triton’un emriyle delice esmeye başlamışlardı. Sesini duyurabilmek için iyice yükselterek: “Prens Adaları semalarına girişinizde Kraliçe Mach veya İnci Tozu Askerlerinin sizleri fark etmemeleri, durdurmamaları veya daha kötüsü Baş Koruyucunun özel ekibi ya da kendisi tarafından imha edilmemeniz için güney atmosferindeki büyük karanlık noktadan alınmış kara gazla efsunlanacak ve fark edilmez olacaksınız! Gazın sizi saklama süresi tek bir günümüz kadar olduğu için 16 saat 6 dakikadan daha fazla mühletiniz yok!” diye ekledi Triton. Ardından Neptün’ün A takımı suikastçilerine seslenerek: “Galatea, Naiad, Thalassa, Proteus, Larissa ve Despina! Halkaların kopuşuyla birlikte yörüngelerinizden çıkın, zincirleriniz çözülsün ve gerçeğinize bürünün! Suların tek efendisi, yüce büyücü Tanrıça Choubbi’nin emrini yerine getirmek için kara kuşaklarınızı giyin!” emrini verdi.
Emirle birlikte gezegenin tüm halkaları kopmuş, isimleri zikredilmiş olan uyduların her biri metan gazından oluşan devasa boylu, mükemmel siluetli, bellerine kadar upuzun dalgalı saçlı, mavi haricinde hiçbir rengi barındırmayan ancak dikkatli bakıldığında da mavinin farklı her tonunu bedenlerinin her bir zerresinde taşıyan, gözleri ve ağızları sadece anlık gaz dalgalanmalarıyla seçilebilen gerçek, tedirgin edici ama aynı zamanda da hayranlık uyandırıcı dişil şekillerine büründüler. Uyuyor gibi ama esasında tamamen tetikte, dilsiz misali fakat gerçekte ağızlarını açmaları halinde sadece öldürücü buzul şarkılarını söyleyecek şekilde eğitilmiş, masum gözüken mamafih tehlikenin ta kendisi bu acımasız 6’lı, Triton’un onları bu güneş sisteminin en acımasız silahlarıyla giydirmesini ve tanrıçaları için gerekirse ölüme gitmeyi itaatkâr bir şekilde bekliyordu.
Triton’un “Tenebris initium! (Karanlık başlasın)” komutuyla birlikte çağırılan karanlık, Neptün’ün güneydeki noktadan doğmaya ardından da artık tahammülü zor bir şiddete erişen rüzgarlarla birlikte devasa bir bulut oluşturmaya başladı. Triton: “Ad gloriam! (Zafer için)” diye bağırdığında tüm karanlık etrafa saçılmış olan Neptün’ün halkalarını göz açıp kapatana dek boğarcasına ele geçirdi ve onların adeta silinmişçesine bir koyuluğa karışmasına sebebiyet verdi. Ne var gibiydiler ne de yok… Ve buna artık karanlık da denilemezdi, bu koyunun en ihtişamlı haliydi. O koyunun en tekinsiziydi... O koyunun en sessiz ve en ürkütücü olan tarafıydı. O koyunun en soluksuzu ve en cana kast edebilecek kabiliyette olanıydı. O koyuydu, onun nüvesinde af, izan, uzlaşı yoktu. O koyunun içinde Neptün’ün tüm esrarengiz, karanlık fırtınaları, en soğuk ve en acımasız yanı vardı.
Kopkoyu ve görünmez olan halkalar, Triton’un: “Fortis et liber! (Güçlü ve özgür)” diye bağırmasıyla birlikte 6 suikastçının beline dolandı ve bu sefer de onların bedenlerini oluşturan mavi gazın içine hemhal olarak tamamen yok oldular. O halkaların 6’lının bellerine dolanmalarından sonraki bedenlerine sızış aşaması, her ne kadar A takımının göbek deliğinden damla damla ve esasında oldukça eziyetli, zor bir akışla olmuşsa da her şey öfkeli Neptün rüzgarının önüne geçilmez gücü sayesinde gerçek süresi içerisinde değil de saniyelerle tezahür ediyormuşçasına algılanmıştı. Artık 6 acımasız katile, 6 ölümcül silah teslim edilmişti.
İlk defa gözlerini adeta derin bir uykudan uyanmışçasına hafifçe aralayan Galatea, Naiad, Thalassa, Proteus, Larissa ve Despina tek bir ağızdan: “Dies irae! (Gazap günü)” diye çığlık attı. Sesleri gezegenin gaz bütününü dalgalandırmış, saçları rüzgâra kapılmış, her şey ihtişamla savruluyor gibiydi… Triton, suikastçı kızlarının vahşete duyumsadıkları açlık ve özlemi memnuniyetle karşıladı ve “Si vis pacem, para bellum! (Eğer barış istiyorsan, savaşa hazırlan!)” diye son bir komut vererek, onları Neptün rüzgârının kontrolsüz nefesine, öfkeli çığlıklarına emanet ederek, savrulmalarını ve gözden silinerek Dünya’nın yörüngesine doğru fırlatılmalarını izledi. Tanrıça’sının verdiği emri eksiksiz yerine getirmiş, yeryüzüne olabilecek en belalı 6 su katilini yollamıştı. Başaramama ihtimallerini düşünmek dahi istemediği için kızlarının yuvaya geri dönüş sürelerini doğru takip edebilmek ve tamamen korumasız kalmış gezegenin Tanrıçanın adıyla kutsaması altına girmesi için: “Manus Dea! (Tanrı’çanın eli)” diye yakarmaya başladı. İlk başta hiçbir şey olmadı... Fakat daha sonra Triton ısrarla, inançla dua ve yakarışına devam ettikçe Neptün, gizemli ve çok zarif bir dişil elin avucunda tutuluyormuşçasına o belirmekte olan elin içine yerleşti. Tanrıça yavrusu Neptün’ü avucunda tutarken onu şefkatle okşuyor ve bir yandan da usul usul: “Ab imo pectore (Kalbin en derinliklerinden, samimiyetle)” diye fısıldıyordu. Triton, Neptün ve çevredeki herkes ve her şey sessizliğe bürünmüş ve sakinleşmişti. Az önceki korku çağrılarından adeta eser kalmamış, sanki sihirli bir ninni tüm güneş sistemine yayılarak en başta Neptün’ü daha sonra sırasıyla tüm gezegenleri okşayarak, sakinleştiriyordu.
Tanrıça, eli haricinde başka hiçbir yerini göstermeyerek, azametinden ödün vermedi. Öz çocuklarını ölüme yollamış bir annenin caniliği veya soğukluğundan elinde, avucunda eser yoktu. Anlaşılması güç bir sükûnet, garip bir rahatlık içerisindeydi. O söylemeye devam etti ve o ninnisini söyledikçe, kalbi de ona dürüstlükle eşlik ederek tüm güneş sistemini, herkesi uykuya daldırdı. Sesi de diğer başka her türlü sahip olduğu unsur kadar onun karşı konulamaz bir silahıydı ve onun var olduğu herhangi bir alanda onun efsunun gücüne karşı konulamaz, onun cazibesine veya kararlarına hayır denilemez, o reddedilemezdi. O kaybetmez ve ne yazık ki sevgisini esirgemediği kadar kan akıtmaktan da geri durmazdı. O suyun sahibesi, duru, tek, diri, gizemli, büyünün efendisi güçlü ve muktedir tanrıçaydı. Ve bu mukadderatı içerisinde ona karşı koyabilecek sadece tek bir varlık mevcuttu… Eşi; Mars Tanrısı ve Prens Adaları’nın Baş Koruyucusu, kılıcın sahibi, yaratım ve yok edimin efendisi…