Hepimiz "aşk" kelimesini duyunca içten bir "Ahhh!" çeke- riz. Ya aklımıza gelen aşk acıları, yitip giden bir sevgili veya doyamadığımız hatıralardır bu iç çekişin sebebi ya da
aşk büyüsünün henüz kalbimizi titretmeyişi, aşka duyulan merak ve özlem duygusunun ateşidir bu kadar iç geçirten.
İnsanlık, aslında var oluşundan itibaren hep aşkı aramıştır. Bunca hayat mücadelesinin sıkıntıların içinde "aşk" her insan için gizli bir yerde saklıdır. Kimisi için başköşede, kimisi için kalbinin en kuytusunda, kimi için de dilinin ucunda söy- lenmeye hazır bir cümle olarak pusudadır "aşk"... Nice nice şarkılar, şiirler, filmler aşkı barındırır içinde. Ve biz aslında hep bu duygunun yörüngesinde yaşarız. "Aşk"ı çok ister ama "aşk"tan da bir o kadar korkarız, bu da apayrı bir çelişki. Büyüklerimiz hep telkin verir; "aşkı yaşamak zordur, aşk da neymiş, aşk yoktur, aşk gelip geçer, aşk deler de geçer" gibi- sinden. İşte tüm bu öğretileri kodlayan bilinçaltımız yüzün- den her ne kadar kendimizi aşk denizine bırakmak istesek de tam manasıyla yapamayız. Ne boğuluruz bu denizde ne de keyifle dalgalara bırakırız kendimizi.
Çırpınır dururuz kıyıya vurmak için. Zihnimizde ön yargıla- rın ve korkuların hüküm sürdüğü bir kaygı yumağı oluşur. O büyülü duyguya girdiğimizi hissettiğimiz anda kalbimiz aşka hazırken beynimiz aşkla kıyasıya savaş verir. Aşkın kendisine âşık olup da aşkı en çok tüketen de yine İNSAN'dır.
Aşk düdüğü çaldığı andan itibaren ego savaşı vermeye baş- larız. Varlık gösterme gayreti kıskançlıklar, karşımızdakini değiştirme çabası taktikler, sevgilimiz üzerinde üstünlük ku- rabilme telaşı... Kendi kişilik değerimizi partnerimizin üze- rinde arama kaygısı gibi birçok yanlış duyguyla yol alırız bu
yolculukta. Peşinde koştuğumuz "aşk"ın kendisini unutarak aşka dair yaptığımız en büyük hata "aşk" ile "özgürlüğü" yan yana koyamayışımızdır. Maalesef aşkın en büyük özgürlük olduğunu pek çok insan bilmemektedir. Ya hayatımızdaki ki- şinin tapusunu almaya çalışırız ya da kendimizden vazgeçip başkasının eline tüm hayatımızın idaresini veririz. Kendi çizdiğimiz sınırlar içerisinde yargılarımız ve kurallarımızla "Seviyorum." dediğimiz insana hiçbir alan bırakmayız. Oysa aşk, sevmek bu değil! Aşk izin vermektir hem kalbine hem ona. Aşk; baskı kurmaz, üzmez, acıtmaz ve aşk gerektiğinde gitmeyi de bilir. Tüm bunları unutup sımsıkı bağladığımız prangalarla "aşk"ı cehenneme dönüştürür, sonra da faturayı aşkın kendisine keseriz. Oysa yanlış olan "aşk" değil, yanlış olan insanın o güzel duygunun ana temasından uzaklaşıp bencilce ilişki kurma biçimidir. Nefesimizi, kalbimizi, ruhu- muzu büyük bir saflıkla aşka teslim etmeyi zayıflık olarak hatta belki de bir yenilgi olarak algıladığımız için bir anda eritiriz o mükemmel duyguyu.
Üzgünüm; hiç kimse birini koşulsuz, çıkarsız, duygunun saf haliyle olduğu gibi sevmiyor. Bunun nedeni de ne biliyor musunuz? İnsan önce kendini sevmiyor, değer vermiyor. Kendiyle empati kuramıyor ki başkasını hissedebilsin. Kendimizi sevmeyi bencillik sayıyoruz. Ne zaman ki "kendini sevmek" tanımının gerçek anlamda içini doldurabilirsek işte o zaman başkalarını da gönül tahtımıza alabileceğiz.
Bu nedenle yanlış hesapta ilk faturayı "aşk"a kesmek yerine önce kendimizle olan iç hesaplaşmamızı bitirmeyi başaralım...