Uzun zaman oldu bizim gençlerle bir araya gelip güzel bir restorana gitmeyeli. Geçen hafta Cuma günü Evren (@neyedikbeabi) kardeşim aradı. "Hadi ağabey seni (İzmir) Çankaya'ya Remzi Usta'ya mumbar yemeye götüreceğim" dedi. Şu malum hastalıktan ötürü biraz çekinerek "Olur" dedim. İzmir dediğin küçük yer, bir solukta vardık Remzi Usta'ya. Aslında böyle ilk kez deneyimlediğim yerlere kendimi tanıtmadan gitmeyi yeğlerim ama bu kez farklı, Evren'in konuğuyum ve Evren'de Remzi Usta'da acayip tanınıyor, acayip seviliyor. Neyse, işte çok uzun zamandır uğramadığım Çankaya’dayım. Eskiden bitpazarı kurulurdu, bu ara sokaklara. Şimdiler de elektrik, elektronik çarşısı. Yok, yok maşallah.
Biliyorsunuz bu civardaki binalar, hanlar eskidir, bakımsızdır biraz ama Remzi Usta'nın dükkânı tabir-i caiz ise "Çiçek gibi". Han'dan içeriye adım atar atmaz dükkânı arayıp, sormanıza gerek yok. Kokuyu takip edin kâfi.
Mahcup olmayayım.
İşte geldik Remzi Usta'ya. Karşılamayı görmeniz lazım. Remzi Usta Diyarbakırlı. Biraz sert bir tavrı var gibi ama bir o kadar da alçak gönüllü. Diyarbakır şiveli konuşmalarıyla dükkâna giren çıkan herkese bir sözü var. Tatlı tatlı takılıyor müşterilerine.
Evren ile mumbar siparişimizi verirken "Hikâyen ne usta senin?" diyecek oluyorum, usta yapıştırıyor cevabı;
"Benim hikâyem ünlü olma hikâyesi değil babam, benim hikâyem mahcup olmayayım hikâyesidir." diyor.
Keyifli bir insan Remzi Usta. Lezzetini muhabbetiyle taçlandıran birisi. Ama görünen o ki, her ne kadar şen şakrak görünse de hayatın sillesini yemiş biri.
Sözlerinden anladığım, bu küçük dükkândan önce de restoran işi yapmış. Sonra bir nedenle bırakmış işi. 13 yıl önce de Çankaya'da bu dükkânı açmış. "Ustam yok benim." diyor. "Çocukluğumdan düşkünüm güzel yemeğe. Yapmasını da severim. Deneye, yanıla öğrendim yemek yapmayı. Burada da sevdiğim Diyarbakır yemeklerini sunuyorum misafirlerime." diyor. Kendi kendinin ustası olmuş Remzi Usta.
Kabul etmez.
İşte mumbar masamızda. (Mumbar sadece Cuma günleri var.) Usta tadalım diye, tandır tarzında yaptığı kuzu kavurmasından, bir de 14 saat fırında kalan Diyarbakır fırın güvecinden getiriyor. Şöyle diyeyim mumbara bayıldım ama bir o kadar da fırın güveci sevdim.
Yemeğimizi yerken geçirdiğimiz sıkıntılı günleri konuşuyoruz ustayla.
"Bu zor günleri birbirimizin yanında olarak aşacağız." diyor usta ve ekliyor; "Çayımı komşu esnaftan, malzememi kasaptan, manavdan alırım ben. Ucundan, kenarından herkes ekmek yesin diye. Esnaf birbirine sahip çıkmalı, birbirimizin yanında durmalıyız."
Karnımızı da, gönlümüzü de doyuruyor usta. Müsaade isteyip kalkarken "Hakikaten yok mu başka bir sırrı bu lezzetli yemeklerin? " diye soruyorum.
"Üç meslek sahtekârlık kabul etmez." diye söze giriyor usta.
"Bir, Futbolcu. Babası kulüp başkanı olsa yetenek yoksa oynayamaz.
İki, Sanatçı. Gazinocu babası olsa ses yoksa sahneye çıkarmaz.
Üç, Lokantacı. İyi yemek yapmaz kaliteli malzeme kullanmaz, dili hoş olmazsa dükkânı altın olsa beğendiremez."
Dedim ya, derin adam Remzi Usta. Güzel adam. Gönlü bol, eli lezzetli, muhabbeti hoş, zeki adam. Öyle ki bir hikâyeye başlayıp araya 4 konu sıkıştırıyor ve unutmadan her şeyi ilk hikâyeye bağlıyor.
Bir Kırcaalili olarak, Diyarbakır lezzetlerini İzmir'de yemek benim için paha biçilmez.
Bu kültürel zenginliğini siz de yaşamak isterseniz Remzi Usta'nın küçük dükkânına bir uğrayın derim.
Ve Evren kardeşim sana çok teşekkür ederim...