HEMEN MAGAZİN İZMİR'E ABONE OL!

Beril Poslu

KABUL

Magazinizmir

Geçen yazın, aşı tartışmalarının, bitmeyen yasakların ve kapalı kapılar ardında geçen koca bir kışın etkisinden kurtulacağımızı sandık hep birlikte bu yaz, bunu diledik çokça. Ama hayat bizim neyi dilediğimizden çok ne ekip ne verdiğimize dair bir döngü. Verdiklerimiz aldıklarımızdan daha az oldukça başka alanlarda yaşamaya devam ediyoruz zorlukları. Hep kitaplarda okuduğumuz uzak çağlarda defalarca yaşanmış kendini yenileyen dünyanın tam ortasında olanları izliyoruz, dünyaya ektiğimiz ne varsa hep birlikte meyvelerini topluyoruz.

Sıcak kumların ardında masmavi bir deniz, etrafım sayısız ağaçla çevrili oturduğum yerde, birkaç saat evvel gelen bir vefat haberinin içime doldurduğu hüzünle, bu yaz yanıp kül olan tepeye bakıyorum. İnsanların, hayvanların, ağaçların, çiçek ve tohumların, toprağın ve göğün seslerini işitiyorum.

Zihnimin ortasına gelip yerleşiyor bir soru; ölüme hazırlıklı olabilir mi insan?

Sadece fiziksel bir ölüm, bir insanı kaybetmek değil bu sorunun içeriği; daha başka boyutlarda, bir duygunun örneğin ya da sahip olduğumuzu sandığımız herhangi bir şeyin olmayacağı ana tam olarak hazırlıklı olabilir ve bu bilgiyle yaşayıp bitişi olduğu biçimiyle kabul edebilir miyiz?

Kabul edemiyor olmak bizi suçlu biri haline getirir mi? Olgunlaşamamış ya da yeterince bilge hale gelememiş biri mi oluruz? Bizim olmasını istediğimiz şeylerin olamayışıyla bile yıllarca kavga ederken, birlikte zaman geçirdiğimiz ve emek verdiğimiz ilişkilerin, işlerin ve nesnelerin yokluğuyla soğukkanlı bir biçimde yaşamayı nasıl öğrenebiliriz?

Doğduğumuz an itibariyle fiziksel ölümümüze yürüdüğümüzü bilsek de bilincimiz bu bilgiyle yaşamayı bir şekilde reddediyor, daha doğrusu bu bilgiyle yaşamak insanı yaşamın kendisinden koparacağı için bir kayıpla karşılaşana kadar bunun bizim için de geçerli olduğunu unutuyoruz. Defalarca sevip, bağlanıp sanki sonsuza kadar olacakmış yanılsamasıyla yaşıyoruz tüm ilişkilerimizi, ilk başladığımız işten emekli olacağımızı sandığımız için oradaki süremizi tamamladığımızı kabullenemiyoruz. Artık bizim için sağlıksız hale gelse de koparıp atamadığımız bağlarla, kullanmadığımız halde gününü bekleyen eşyalar ve giysilerle doluyuz. Telefon hafızamız hiç geri dönüp bakmadığımız onbinlerce fotoğrafı saklıyor. Onları tutuyoruz çünkü artık var olmadıklarında onlarla ilgili herşeyin tamamen ortadan kalkacağını, anılarımızın silineceğini, o fotoğrafın çekildiği sahilde olanları unutacağımızı sanıyoruz. O kişiyle artık görüşmediğimizde yaşanan tüm zamanı kaldırıp çöpe atacağız gibi düşünüyoruz, onca zaman emek harcandığı için artık bize birşey vermeyen bir ilişkiyi sürdürmenin bedelini bu anımızla ödemeye devam ediyoruz kabullenemediğimiz için. Ego kendisini herşeyden yüce ve sonsuz sandığı için bizim fiziksel dünya ile tüm ilişkilerimizi de aynı biçimde kurmamıza sebep oluyor. Bizi bir şekilde ilişkide olduğumuz herşeyin bağımlısı haline getiriyor. Bu yüzden bir kayıp yaşadığımızda aklımızdan geçen ve hatta ağzımızdan çıkan cümleler şunlara benziyor;

 

‘bu BENİM başıma nasıl gelir’

‘BEN şimdi onsuz ne yapacağım’

‘Bunu BANA nasıl yapar?’

 

İstediğimiz her an elimizin altında olan herhangi bir şey artık bizim etki alanımızdan çıktığında ya da tamamen yok olduğunda hissettiğimiz şey üzüntü gibi gelse de dikkatli bakıldığında ilk hissin bir öfke olduğu açıkça görülebilir. Bizimle olmamayı tercih eden bir partner, kazara düşürüp kırdığımız en sevdiğimiz tabak, kredisini yeni bitirdiğimiz evimiz, birkaç yıl öncesine kadar hoyratça kullandığımız ama artık iyi halini korumakta zorlandığımız bedensel sağlığımız, çok sevdiğimiz ve sonsuza dek birlikte olmayı planladığımız kişinin ölümü… her ne ise yaşanan, güçlü bir öfke karşılar içimizde bu olanları. Çünkü biz o kişiye aşık olduğumuz anda bunun bitebilecek bir duygu olduğu bilgisini yok sayarız, tabağın kırılabileceğini, evimizin bir afet ile yerle bir olabileceğini, hepimizin bir sonraki anda nefes almama ihtimali olduğunu, yeterli özeni göstersek bile bedenimizin kullanım süresinin dolacağını…Tüm bu bilgiler hayatın tam ortasında dururken biz bunları görmezden geliriz. Planlarımız ve koşturmacamız içerisinde bu bilgilerin sorumluluğuna yer yoktur. Bu görmezden geliş, zamanla, bizi o nesne ya da ilişkiye karşı bağımlı ama umursamaz ve özensiz biri haline de getirir.

 

Balkonumda 3. yılını tamamlayan yasemine bakıyorum. İlk aldığımda ‘toprağı bu kışı geçirir.’ demişti çiçekçi ‘ama baharda saksıyı değiştirmek icap eder.’ O ilk kışı atlattıktan sonraki bahar pek plansız şeyler oldu, taşınmalar ve yeniden yerleşmeler arasında bir şekilde ihmal ettim yasemini ama o yine de direndi bir kışı daha çıkarttı. Bahar geldiğinde hazırlıklıydım bu defa, dev bir toprak saksıya aktardım onu, toprak ve gübreyle besledim, güzel bir köşeye  yerleştirdim. O ara 2 yıldır çiçek vermeyen sardunyaya, başı hep başka yöne doğru giden monsteraya, yıllardır arayıp sonunda yurtdışından gelen birinin saksısından alıp çoğalttığım pembe yeşil yapraklı çiçeğe dalıp gittim. Ara ara yaseminin çiçeklerine bakıp ne de güzel yeşerdiğini düşünürken bir sabah kupkuru, çiçeksiz dalları gördüm. Koşturmacanın arasında evde sadece uyumaya gidebildiğim, vaktim olduğunda da sıcaktan balkona çıkamadığım için gözümün görmediği, ‘Nasılsa var ve orada’ sandığım yasemin artık yoktu. Kurumuş ve ne yapsam geri dönemez halde onun için alıp doldurduğum şık dev saksıda duruyordu. Onun için hayallerim vardı, bahçeme dikip terası çevrelemesi için teller örecektim. Yaz akşamlarında rüzgarla beraber kokusu dağılacaktı etrafa.. Daha ne hayaller, neler neler…. Bu kadar emek vermişken solup giden çiçekten kalanlara bakarken içimden yükselen öfkeyi farkettim; bu öfke ile yasemini hayallerimi yıkmakla, nankörlük ve kıymet bilmezlikle bile suçladığım oldu. Ardından öfke hedefini değiştirip kendime döndü; ’Nasıl göremedim? Nasıl ihmal edersin? Neden farketmedim?’ lerle dolu birkaç gün geçirdikten sonra, neden emek verdiğim ve yaşamaya çalışan bir canlıyı kaybetmenin üzüntüsünü yaşamak yerine öfkeyle savrulduğumu anlamaya çalışırken aynı soru belirdi zihnimde;

‘Ölüme hazırlıklı olabilir mi insan?’

Canlı olan herşey fiziksel ölümü yanında taşır, kurulan her ilişki bitişini yanında getirir, her nesne ancak yokluğa aittir. Bunları bilincimizde canlı tuttuğumuzda ölüme ve bitişlere engel olamayız, sonucu değiştiremeyiz elbette fakat bizim kim olduğumuzu ve bir ölüm ile karşılaştığımızda nasıl tepki verdiğimizi değiştirebiliriz. İlişki bittiğinde, ölüm ve yok oluş geldiğinde, yasını ve üzüntüsünü yaşamaya yerimiz olur, dövünür bir halde kaybettiklerimizi geri getirmeye değil -yasın ardından ve hatta yas tutmaya devam ederken- yeniden başlamaya ve devam edebilmeye programlanabiliriz. Eskiyi zihnimizde canlandırıp dertlenmek yerine yeni olanı yaşamaya odaklanabiliriz. Ancak bu gerçeği kabul edebildiğimizde kendimiz olarak devam etmek mümkün olabilir. Aksi halde bağımlısı olduğumuz o şeyin kaybı ile birşeylerin eksikliğini çeker ve yerini yeni bağımlılık özneleriyle doldurmaya çalışırız.

Yaşamın içinde biz ve bizimle birlikte herşey, tüm deneyimler, şeyler ve duygular geçicidir. Bunu bilinçaltımızda ve tüm hücrelerimizde biliyor olmamıza rağmen herşeyin en uzun ömürlü, hatta ölümsüz ve kalıcı olanını aramak, bu uğurda dünyadaki herşeyi yok etmeyi göze almak, yakıp yıkarak, kırıp dökerek yalnızca kendi varlığının devamı için uğraşıp, yaptığımız tüm eylemlerde kalıcılığı hedeflemek insan olmanın en büyük tuzaklarından biri değil de nedir?


Yazarın Diğer Yazıları
FACEBOOK İLE BAĞLAN