Rahmetli Cemal SAFİ’nin ‘’Ciğerin Yansın’’ adlı bir şiiri vardır. Ben de defalarca radyo programlarımda okumuştum. Çok sade ve çok vuruculuk taşıması ile birlikte Türk Edebiyatındaki yerini almış bir eserdir.
Bizim de Ciğerlerimiz Yandı!
Ülkemizin cennet köşeleri peş peşe tutuşmaya, yanmaya başladı. Söndürmek için tüm ülke seferber olduk. Komşularımızdan yardım istedik. Kimisi biz demeden daha düştü yollara, kimisi de ‘’Ben de geldim komşu’’ dedi. Milletçe koştuk yangına, yangında yok olabilecek canları kurtarmak için. Yetişemedik!
Binlerce Canlı, Ağaç, Çiçek, Yok Olup Gitti.
Dünyanın her yerinde neredeyse aynı hava koşullarında başlayan yangınlar, atmosferi nasıl da mahvettiğimizi bir kere daha vurdu yüzümüze. Kutuplarda buzullar erirken bu kadar duyarlı değildik orada yitip giden yaşamlara. Görmüyorduk. Sosyal medyadan görebildiğimiz fotoğraflar ve videolar dışında hiçbir şey gösterilmiyordu. O devasa medya şirketleri için, karı koca kavgaları, başrol oyuncularının değiştiği aynı hikayelerden diziler, ritimleri hep aynı kalan görsellerini değiştiren klipler, maçlar falan, daha çok kazandıran unsurlar çünkü onlar için. Sadece bununla da kalmıyordu medya şirketlerinin kazançları. Küresel ısınmanın sebepleri olan birçok sanayi oluşumunun daha da çok para kazanması için halkın yönlendirilmesi, bazı konularda salağa yatması için, küresel ısınma karşısında küresel ekonominin de galip gelmesini istiyor ve bu da sağlanıyordu. İnsanoğluna o kadar çok uğraşlar kazandırdı ki kapitalist sistem, durup dinlenecek, durup düşünecek bir zaman dilimi bırakmıyordu insanlara. Daha çok çalışmak, daha çok para, daha çok, daha çok… Her şey daha çok olmalıydı.
Savaşları çıkaranlar, sağlık örgütleri kurarken; virüsü yapanlar aşıları bulurken, hep atlanıyordu şu soru “Bunlar başımıza neden geliyor?’’
Küresel devrim nidâları atılırken, son yaşanan pandemi ve doğal felaketler gösterdi ki, küreselcilerin söyledikleri teker teker gerçekleşiyor. Dil, din, ırk ve nihayetinde devlet ulus olgusunun bitip, küresel bir yaşamın hakim olduğu ve tüm dünyanın eşit şartlarla, barışla yaşayacağı düzen geliyor mu peki?
Ben şahsen hiç sanmam. Her ne kadar medeni batı toplumlarında sistemin getirdiği düzene hayran kalsak da maalesef ki, pazarda, manavda, ön sıralar en iyi meyveler tarafından kapılıyor, çürük çarıkları de biz evimize gelip, aldıklarımızı dolabımıza yerleştirirken gördüğümüzü unutuyoruz bence.
Velev ki bu adamların dedikleri oldu. Kim yönetecek dünyayı? Ya da yöneteni soracağımıza, kendimizi soralım. Biz bir idiota dönüştükten sonra, babam padişah olmuş, kimin umurunda!
Birçok bilim insanını takip ediyorum. Uzaydan gelen ısı atımları haklı olabilir, bizim bilmediğimiz ve sonuçlarını asla anlayamayacağımız bir savaşın içinde yok oluyor olabiliriz. Fantastik mi geldi size? Hiç gelmesin. Durup düşünün, şu anda bulunduğunuz yerdeki eşyalara bakın ve on sene önce biri size, bunları kullanacağınızı ve günlük hayatınızın birer vazgeçilmezi olacaklarını söylese, siz ona ne derdiniz?
Gelelim kendi gerçekliğimize. Ormanlarımız cayır cayır yandı ve biz ülke olarak izledik. Ne yangın uçaklarımız ne acil durum planlarımız ne de bunların hepsinden sorumluluk duyarak, istifa edebilecek yetkililerimiz vardı. Akla hayale gelmeyecek, kısır tartışmalarla, yok onlar suçlu yok bunlar suçlu gibi, yaptığının hesabını vermeyen, hesabı isteyemeyen basiretsiz yöneticileri görmekten, zaten bozuk olan psikolojimiz, Avrupa Şampiyonasında hezimete uğrayan millilerimiz gibi yerle yeksan oldu. Açık hava akıl hastanesi gibi olduk. En sakin olanımız bile şiddet eğilimlerine girdi. Kavgalar, cinayetler, hırsızlıklar, boşanmalar vs... Hepsi arttı. Ama basına bakarsanız, her şey müthiş.
Olan, az önce okuduğunuz ne sıfatları belli olanlara oldu ne de bizlere. Olan o yangınlarda diri diri yanan hayvanlara, diri diri yanan bitkilere oldu. Onlar artık bir daha olmayacaklar. O ağaç öyle yeşil, o çiçek öyle rengarenk, o kuş o kadar neşeli ötmeyecek. Ağır aksak yürüyen o kaplumbağa artık yürümeyecek. O dağ keçisinin sevimli yavruları artık analarından süt ememeyecek. Binlerce arı, o muhteşem ballarını yapamayacak. Bitki örtüsü değişecek. Göç yolları değişecek. Kıtlık falan olacak ama bu canlıların hiçbiri bir daha olmayacak.
Ve bir Kızılderili atasözünde dediği gibi…
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda…
Beyaz adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’’