1977 yılının 1 Nisan gününde, hayatımın en parlak ışıklarını boğaz köprüsünü geçerken görmüştüm. Hoş o ışıkların boğaz köprüsüne ait olduğunu, geçtiğimiz yolun bir köprü olduğunu ve hatta o köprünün iki Kıta’yı birleştirdiğini de yıllar sonra öğrenmiştim.
Bir gün birisi bana, yaşadığın o günler senin en büyük zenginliğin olacak ve onlardan beslenip yazılar kaleme alacaksın deseydi, tam bir İzmirli, tam bir Çamdibi çocuğu, mahalle ağzıyla "haddi len ordan" derdim.
Mahallemin kokoreççisi Asım amcayı dinlerken bunlar geçti aklımdan. Sevgili Eyüp'ün kestiği kokoreçleri iştahla ısırırken hemen yanı başımda oturan Asım amcayla, namı diğer Kokoreççi Asım ile başladık muhabbete.
“Kaçtım!”
Asım amca benim çocukluğumda da yeri olan biri. İzmir Çamdibi semtinin bağ bahçe olduğu dönemlerinde, mahallenin mahalle olduğu zamanlarda yetiştik çünkü biz de. Çamdibi bir göçmen semti.
Aslında Asım amca göçmen bile sayılabilir. O da memleketini bırakıp gelmiş çünkü İzmir'e.
Neden, nerden geldin Asım amca İzmir'e, diye soruyorum, tane tane başka soruya gerek kalmadan anlatıyor amcam.
Aslen Erzurumlu Asım amca.
1945 doğumlu.
O zamanlar, Merzifon'da Astsubay imtihanını kazanmış. Rahmetli babası da asker olmasını çok istiyormuş. "Babam Atatürk'ün askeriymiş" diye anlatıyor onu büyük bir gururla.
Babası istemiş asker olmasını ama o hiç istememiş. Merzifon'daki okula kaydını yaptırdıktan sonra iki hafta gitmiş okula. "Aklıma koydum asker olmamayı, kısa zaman sonra kaçtım okuldan." diyor.
- İzmir nerden aklına geldi ustam? Var mı bir sebebi İzmir'e gelmenin?
"Çok okurdum. Araştırırdım, İzmir'in havası güzel, deniz var. Ben burada yaparım diye düşündüm." diyor.
Evini terk edip, gurbete çıkan bir genç insan için önemli şeyler aslında bunlar.
Asım amca bunları anlatırken Çine'de tanıdığım, şimdi memleketi aklımda olmayan bir amcanın anlattıkları geliyor aklıma. " Eğer gurbete çıktıysan, evini, barkını bıraktıysan, gittiğin yerde bir fırında iş bulacaksın. Hem karnın doyacak hem de üşümeyeceksin." demişti o amca...
Asım amcanın da bunları düşündüğünden eminim!
Bilenler bilir Çamdibi ve civarı kasaplarıyla anılır. Çünkü mezbahaya yakındır.
“Otların üzerinde yattım.”
Asım amcanın da mezbahada bağırsak işi yapan bir memleketlisi var. Adı Kazım. Usta gelir gelmez onu bulur ve Kazım abisinin yönlendirmesiyle bağırsak işinde çalışmaya başlar. Sonra gel zaman, git zaman işi öğrenir ve bağırsak işine başlar.
İşi öğrenmesi, kendi ayakları üzerinde durması hiç kolay olmaz.
Manda Çayı'nın kenarında, eski Dalan fabrikasının oralardaki çayırlıklarda, otları düzeltip üzerlerinde yatar günlerce. Öyle ha deyince olmaz her şey yani.
Bit pazarında gömlek de satar, tuvalet çukuru da kazar Asım amca.
Tüm bu işlerden sonra 1960 yılında seyyar olarak kokoreç tezgahının başına geçer. Sonrasında kıt kanaat bir eve yerleşir ve evlenir. Düzenini kurduktan sonra babası ile bir araya gelip helalleşirler. Hasret biter.
Asım amca hararetle anlatırken hikayesini "ne zor hayat ne zor günler" diye düşünmekten alamıyorum kendimi.
Amcanın arabayla kokoreç sattığı günler hayal meyal hatırımda.
“Eski dükkana giderim.”
1990'lı yıllarda şu anda hizmet verdiği dükkanı ise iyi bilirim. Pek de severim.
Asım usta artık neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı Kokoreççi Asım artık. Bayrağını ise oğlu Cihan devam ettiriyor. Hatta eski dükkanın hemen ilerisinde ikinci bir dükkan daha açtılar. Orası da çok güzel ama nedense ben hep eski dükkana gidiyorum. Orada Asım amcayı görmeyi, yirmi küsur yıldır Asım amcanın yanında olan Eyüp'ün elinden kokoreç yemeyi seviyorum.
"Ee Asım amca babanla bir daha görüşemediniz mi" diye bir laf atıyorum kokoreç arasında. Hiç konuşmadan telefonundan bir fotoğraf gösteriyor. "Çok özlemiş beni, Asımı özledim demiş. Gittim bir yudum zemzem suyu içti ellerimden ve gitti" diye anlatıyor Atatürk'ün askerinin oğlu...
Güzel bir kokoreci şahane sohbetiyle taçlandırıyor Asım usta...
Sen hep ol o tezgahın başında usta. Biz hep gelelim o dükkana.
Hem sana gelelim hem o güzel kokorecine...