Güzel uyandığınız her sabah, güneş daha parlak gelir size. Kuşlar daha cıvıl cıvıl, çiçekler daha amber kokar. Hele ki bir de mutfaktan taze demlenmiş çayın kokusu geliyorsa ya da ne bileyim, siz de benim gibi yumurtalı ekmeği seviyorsanız, enfes bir günün ilk işaretlerini almış olursunuz.
Hayatınızda sizi mutlu eden birkaç insanın olması, yaşadığınız zorlukları daha kolay aşmanızı, yolunuzu daha kolay bulmanızı sağlayacaktır. Çünkü mutluluk tek başına zor elde edilebilen bir histir. Birkaç parçanın birleşmesi ile ortaya çıkar. Peki, nedir mutluluk?
Kimyasal olarak baktığımızda serotonin hormonun salgılanmasıdır. Yani beynimiz, birçok duygusal yapımızın oluşmasındaki gibi, mutluluk ile de ilgili aynı çalışmayı yapar. Duyu organlarımızdan aldığı verileri toplayan beynimiz, bununla ilgili gerekli kimyasalları vücudumuza aktarır. Böylece, dünyada ne hissettiğimiz, ne yapacağımızla ilgili ilk bağını kurmaya başlar.
Peki, nedir bu serotonin? Serotonin, mutluluk hormonudur. Beyinde bulunan hücreler arasında kimyasal oluşan etkileşime denir. İnsanoğlu bunu keşfettiğinde de, bu hormonun seviyesindeki düşüklüğü yok etmek için de ilaçlar geliştirmiştir. Anksiyete ve Antidepresan ilaçları, mutluluk hormonu eksiliğinden girdiğimiz depresyonları önlemek amacı ile üretilmiştir. Yani bünyemize ilave gelen bu katkı maddeleri, bizim duygusal yaralarımızı sarmamıza yardım eder. Tıpkı, kapitalist düzenin insana çeşitli yöntemlerle ‘’Kendi isteğimiz ve mutlaka yapmamız gerektiğini düşündüğümüz’’ yaptırımlar gibi!
Burada sizlere biraz Jean Paul Sartre’den bahsetmek istiyorum. Fransız düşünür, yazardır kendileri. Maddi durumu pek de iyi olmayan bir ailede doğmuş ve çok küçük yaşta babasız kalmıştır. Hayatındaki en büyük özelliklerinden biri de ‘’Sadelik Akımı’’nın kurucusu olmasıdır bence. Bazen hayat o kadar çaresizlikle içinde bırakır ki bizi, elimizden gidenlere, sahip olma ihtimalimiz olup da sahip olamadıklarımıza ağlar durumda buluruz kendimizi.
Belki “Pollyannacılık” diye düşünebilirsiniz, elimizdekiler ile mutlu olmayı. Aslında yapabiliyorsanız çok büyük bir yetenektir bu. Çünkü böyle kişiler, an’da kalıp, an’ın tadını çıkaran insanlardır.
Sartre kimdir ve ne yapmıştır peki? Hayatını araştırıp öğrenebilirsiniz. Ben kısaca anlatayım size, anarşisttir her şeyden önce. İkinci Dünya Savaşına katılmıştır, o savaşta bile tiyatro oyunu yazıp sahneletmiştir. Emeğin ve paylaşımın büyük bir savunucusudur. Bir de benim de büyük hayranı olduğum yine Fransız düşünür, yazar ve gazeteci olan Simone de Beauvoir ile olan ilişkileri sevginin ve aşkın iz düşümü gibidir.
Sartre’nin hayatında pek çok şey diğer insanlara göre eksiktir. Olması gereken pek çok şey onun hayatında yoktur. Ve dünya, sanki kendi isteği ve düşüncesiymiş gibi insanlara bu yaptırımları uygularken, Sartre’nin o zamanlar daha küçücük olan beyni bir düşünceyi keşfeder. Yani gerçekten, bu oyuncaklar, bu evler, arabalar, bu kıyafetler, bu mobilyalar, mutlu olmak için gerekli midir?
Elindekilere bakar Sartre. Onu seven bir annesi vardır, çok iyi anlaştığı ve onlarla birlikte zaman geçirmekten keyif aldığı iki üç arkadaşı da vardır ki bunlardan biri de, sokak köpeği olan Duufy’dir. Karnı toktur. Lezzetli bir elmayı, elmalı bir tarta değişmezmiş mesela. Daha bu yaşlarda başlayan ve belki de günün koşullarının getirdiği sadelik, Sartre’nin hayatının altın oranı olmuştur.
“Beni mutlu eden şeyler neler ve onlara nasıl sahip olurum?” sorusuna, en büyük katkıyı da “Onları nasıl korurum?” sorusu katmıştır.
Şimdilerde “Minimalizim” olarak adlandırılan bu görüş, esasında Sartre’nin hayata bakış açısının evrelerinden biridir sadece. Sartre, hayallerini fikre dönüştürmeyi, o fikirlere “Acaba nasıl elde edebilirim?” sorusunu sormayı ve bunları gerçekleştirmek için elinde olan veya olmayanlara bakmayı öğrenmiş. Bunların analizini yapıp, bu yolda ilerlemiş ve hayallerinin çoğunu gerçekleştirmiş biridir. Başarısız oldukları da olmuştur. Fakat ince nokta “Her şeyin olabileceği gibi, olmayacağı ihtimalinin de olmasıdır.” İşte tam da burada Sartre’nin fikirleri bize ışık tutmaya başlar.
Yani neye sahip olduğunuzu bilmek için ilk önce kendinizin ne olduğunu gerçek bir şekilde bilmeniz gerekir. Hayatınızdaki fazlalıkları sorgulayarak, hayatınızda eksik olan şeyleri görmeniz daha da kolaylaşabilir. Çok arkadaş yerine, bir iki, gerçek dost, sizin bu evrendeki yalnızlığınıza daha çok ortak olabilir. Sizin eksik parçalarınızı tamamlayabilir ve daha iyi yol almanızı sağlayabilir.
İhtiyacınız olan yer, başınızı sokabileceğiniz, sizin ihtiyaçlarınıza ve zevkinize göre döşenmiş, iki odalı bir ev olabilir. Ama yıllarca kredisini ödemek için çalışacağınız, neredeyse hiç kullanmadığınız odaları olan, birkaç mobilya takımı ile döşenmiş, üç balkonundan sadece birisinde, zaman zaman oturduğunuz, bilmem kaç bin liralık bir ev de olabilir. Ve siz yirmi yıl sonra bu krediyi artık bitirmiş, yaşı da ilerlemiş bir ihtiyar olarak, kendi ülkenizde bile hiç görmediğiniz güzellikteki yerleri, o büyük salonunuzdaki, o büyük televizyonunuzdan görmekle yetinebilirsiniz. O güzelim yerlere gitmeden, ayağınızı o denize sokmadan, teninizde o güneşi hissetmeden, o güzelim doğanın mis gibi kokan oksijenini içinize çekmeden. Ve belki de hayatınızın aşkı ile orada karşılaşmadan, o televizyon ekranından, orayı görürsünüz sadece. Hepsi bu.
Sartre, kim olduğumuzu ve bizi mutlu edecek şeylerin nicelikten çok nitelik olduğunu söyler. Az önce okuduğunuz, topluma dayatılan ve sanki mutlaka böyle olması gerekiyormuş gibi bizi koşullandıran sistemden kendimizi nasıl koruyacağımızı öğretir.
Peki, tamam da bunun mutlulukla ne ilgisi var diyebilirsiniz.
Sartre’nin felsefesi ile bakarsanız dünyaya, mutluluk hormonu olan serotonini salgılamak ve belki yıllarca kullanmak zorunda kalacağınız antidepresanlardan kurtulmuş olursunuz.
Yahu Babacan, her şey felsefe mi diyenler mutlaka çıkacaktır karşıma. Onlara da şunu söyleyeyim. B vitamini, özellikle B6 (Balık, yumurta, baklagiller, patates, karnabahar gibi besinlerde bol bol vardır.) Ve elbette güneş, D vitamini. Bu vitaminler bol bol serotonin salgılamanıza büyük destek verirler.
Akdeniz ve Ege gibi yerlerde yaşayan insanların keyiflerine düşkünlüğü, daha mutlu olmaları tesadüf mü sizce? Kendilerine ayırdıkları siesta ve fiesta zamanlarının olması, tesadüf mü sizce?
Üç S’yi hayatınızdan eksik etmeyin. Sadelik, Sağlık, Sevgi.
Kalın sağlıcakla…