Gitgide kaybolan insanlığımız, çabucak unuttuğumuz vicdanımız ile bu dünya arasında kalmış gibiyiz. Kimi zaman küfrettiğimiz şeylerin başrolünde oluyoruz. Kimi zaman da yanımızdan geçip giden birinin kaderini etkileyecek bir dokunuş yapıyoruz ona. İnsan yaş ilerledikçe, bu dünyanın gerçek ve gerçekliğini sorgulamaya daha çok başlıyor.
Gördüğün, duyduğun, tattığın, kokladığın, dokunduğun her şey bir benzetim olabilir mi? Elbette olabilir, olmayabilir de. Beynimizin bir yazılım gibi çalıştığını ve bu kontrol panelinden çıkan talimatlara göre hareket ettiğimizi düşünürsek, bu sorunun cevabı olabilir, olur rahatlıkla.
Ben sizlere bu algı dünyasının kimyasal, fiziksel semptomlarının ve onların yansımalarını anlatacak değilim. En azından bu yazımda. Gerçi ilerleyen zamanlarda bu konuya da değineceğiz. Siz de ‘’Yok canım artık, daha neler’’ deyip yazımı saçma bulacak veya ‘’Doğru ya’’ deyip benimle çıldırmaya devam edeceksiniz.
Bu hafta size bu algı mevzusunun ilişkilerimize yansıması hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Neler oluyor? Olanlardan biz ne anlıyoruz? Bu olanlardan anladığımız sonuçlar ne kadar doğru? Ve ne kadar doğru hareket ediyoruz? Bu sorularda doğru ne kadar doğru? Değilse bunun etkeni nelerdir, onlara bakmaya çalışacağız. Bu tamamen duygusal yanımızı, ruhsal halimize bakan bir bakış açısı ile olacak.
Gördüğümüz güzellik karşısında etkileniriz. Fotoreseptörler bunu sağlar.
Bir şeyin kokusunu ve tadını kemoreseptörler sayesinde algılarız. Bir şeyin sıcak veya yumuşak olmasını da mekanoreseptörlerle biliriz. Bu reseptörler beynimize bilgi aktarırlar ve beynimizde konu ile ilgili kararlar verir. ‘’Güzel, mis kokulu, yumuşak, sıcak vs…’’ diye. Ve daha sonra da bunlar bu komut dizilimi şeklinde hareketlerimize dönüşür. ‘’Bakakalırız, koklamaya devam ederiz, okşarız vs…’’
Peki bu ilişkilerimize nasıl yansır? Nasıl olur da birini hayatımıza alırız ve hayatımızın akışını değiştiririz?
Aldığımız tüm veriler hafızamızda yer alan, tüm öğrenmişliklerimizle çarpışır. Bir kadının güzel olarak nitelendirildiği tüm veriler doğrultusunda da beynimiz hareket eder mesela. Renkli gözler daha güzeldir öğretisi ile büyümüş bir insana kömür gibi kapkara gözlerin daha güzel olduğunu anlatamazsınız mesela. Sabitleştirilmiş fikirler, sabitleştirilmiş duygulara hareket verir. Peki, beyin buna itiraz ettiğinde ne olur? Şaşırırız. Belki de âşık oluruz. Bu gibi karşılaştırmaların sayısını arttırmamız mümkün. Kısa kısa ilerleyelim o zaman. İşte bu âşık olma mevzusunun en büyük etkeni. Duygularımıza yön veren hislerimizdir. Genetik kodlamalar bir örnek olarak, birçok erkeğin annesine benzeyen, birçok kadının da babasına benzeyen erkeklere âşık olma sebebi, genetik hafızada yer alan ve daha önce de denenip onaylanmış olan kararların sonucudur. Çünkü denenmiş ve onaylanmıştır.
Peki, ruh bu işin neresindedir. Ruh yok mudur? Duyguları göremezsiniz, onları sadece hissedersiniz. Duyu organlarınız ile hissedemediğiniz duygulara inanıp, ruhun varlığına inanmamak saçma değil mi peki? Neyse, ilerleyen yazı dizilerimizde buna da geleceğiz.
Ruh ve karakteri en iyi açıklayan Türkçe kelimelerden biri de ‘’Yapı meselesi’’ dir. Bu kelime her şeyin oluşumuna dikkatimizi çeker. Herhangi bir şey, olduğundan fazla ya da eksik değildir. Olabileceği her şey, olduğu şeyin ta kendisidir. Bir binanın temeli, katları nasıl muntazam olması gerekiyorsa, içindeki malzemenin kalitesinin de muntazam olması gerekir. İlişkilerimize bir bakarsak, insanlara karşı olan duygularımız ve onlara karşı olan davranışlarımız, ailemizden ya da çevremizden aldığımız verilerin sonucu olduğunu görürüz. Anne babaları ayrı olan çocukların evlilikleri pek uzun sürmez mesela. Yalnız bir çocukluk geçirmiş bireyin arkadaşları nasıl az oluyorsa, onun çocuğunun da pek de iyi bir dost edinebileceğini söyleyemediğimiz gibi.
Anne ve babanızın hayatı sizin pusulanız olabilir. Onların hayatlarına bakın ve kendi hayatınızla olan benzerliğini sorgulayın. Karşınıza çıkan cevaplara inanamayacaksınız. Bu gen haritası üzerinden epey bir konuşacağız sizlerle.
Peki, ilişkilerde nasıl konumlandırmamız gerekiyor? Birinin karakterini oluşturan her şey genetik yapısı ve dünyadaki algısının sonucudur. Bunu unutmayacağız mesela. Aldanma burada başlar çünkü. Eminim ki sizin de benim gibi birçok eş, dost kazığı yemişliğiniz vardır. Hala unutmadığınız bir aşk veya kallavi bir yalan duymuşluğunuz vardır. İşte bunun sebebi o insanlara karşı olan güvenimizdir. O kadar çok güven duyarız ki bazen o insanlara, kendimize vermediğimiz tavizleri onlara veririz. Ben kendi açımdan söyleyebilirim elbette bunları size. Çünkü maalesef ki, hayatıma aldığım insanlara ‘’İçi güven dolu bardağı’’ ben dolu veriyorum. Onlar o bardaktan ne kadar dökerlerse, kendi hesaplarına bir çizik daha atıyorlar. Ya da bazen de o bardağı içindeki güvenle birlikte fırlatıp kırıyorum. O vakit, ne insandan eser kalıyor, ne de ilişkimizden. Ben yapamıyorum ama siz yapın. Güven dolu bardağı sakın kimseye vermeyin. Bırakın onlar o bardağı doldursunlar. Bırakın bunun için çabalasınlar.
Yoksa hayatınızdan birçok insan gelip geçer ve kiminin ismini bile duymak istemezsiniz.
İnsanlar çıkarları için yaşadığı ve nefs dediğimiz aldanmışlıklarına sarıldıkları müddetçe, herkesten her şeyi bekleyin. Tabi ki onlar kendilerince sizi haksız görebilirler. Ama buna da aldırmayın. Çünkü mitomani denen kendi yalanına inanma hastalığına da tutulmuş olabilirler. Ya da onlar için doğru olan budur. Doğrularınızın ya da esasen daha da önemlisi, yanlışlarınızın çarpıştığı yerde durmayın. Çünkü bu sizin kişiliğinizden ödün vermenize neden olacaktır. Bu dünyaya bir kere geldiniz ve size verilen mucize hayatınızı bir kere yaşayacaksınız. Kimse için en değerli şeylerden biri olan zamanınızı boşa harcamayın. Bırakın onlar kendilerini haklı sanmakla yaşasınlar. Artık onların hayatında olmamanız, onlara vereceğiniz en büyük ceza olacaktır.
Size gerçek dostluk, gerçek arkadaşlık gibi şeylerden bahsetmek isterdim.
Ama sevgili dostlar ‘’Gerçek, sadece masallarda olur!’’