Aralık sonu.
Cam kenarı yalnızlığımdayım.
Ufukta gri bir bulut kaynıyor.
Uzak semte yağmurlar yağıyor.
Ruhumun bütün kafeslerini açıyorum.Büyük bir sevinçle özgürlüğe kanat çırpan güvercinleri seyrediyorum. Tam açıyorken ağzımı,kelimelerim kırılıyor.Soluyor gündüzün rengi.
Titredim. Karamsarlığıma bağdaş kurup oturdum. Birden bire kalbimin hüzünlendiğini hissettim.
Sanki izbe odalarda, zifir mağaralarda, ıssız ovalarda esen rüzgârın sesi kısıldı.
Buz gibi bir yalnızlık doldurdu odamı.Bir uçuruma düştü sessizlik usulca.Kocaman bir boşluk peydâh oldu.Beni ve odayı içine alıp hapsetti. Sıktı sıktı, sıktıkça sıktı. Tam çatlayacakken yüreğim ve tenim, açtı kapısını boşluk.Açıldığında kapı, derin bir nefes alarak, yeniden hayat buldum sanki. Kapıda kahverengi bir Cumartesi bekliyordu beni. Şaşkındım. İlk adımı attığımda kapı dışına, yalnızlığım karşıladı beni.Ve girerek koluma, âdeta sürüklercesine çekti beni sokağa. Yarıaydınlığın fısıltısına bıraktık kendimizi. Kentin kırık aynalarında seyretmeye başladık caddeyi: Yukarıda, kirli sonbahar bulutları, bilbortlarda sahte tebessümlü kadınları,erkekleri,çocukları,yazıları,
içi boş,yürüyen,koşuşan kıyafetleri,
duraklarda bekleşen,itişip kakışan insancıkları, yollardan akan minibüs ve taksileri, taş binaları,
havada uçuşan, yerde yem yiyen güvercinleri ve kuşları,
saat kulesini, ağaçlardan yerlere rastgele dökülmüş yaprakları,
kelleşmiş çimleri,
ve en çokta ses kirliliğini…
Titreşirken akşamüstü caddenin yüzünde yorgun adımlarla döndük eve.
Yaslanıp ayrı ayrı kanepelere fısıltı halinde konuşuyoruz aramızda dışarda gördüklerimiz üzerine yalnızlığımla.
Derin bir sessizlik.
Kalkıp, YouTube’dan Mozart’ın 9.Senfonisi’ni açıyorum. Kendimi bu kez tekli koltuğa bırakıp, hafifçe kapatıyorum gözlerimi. Bırakıyorum kendimi müziğin büyülü nağmelerine. Gizli bir hüzün dolanıyor gövdemi.Nedensiz yaşlar sızıyor kapalı gözlerimden göğsüme doğru. Aralıyorum dudaklarımı iç çekerek.Şimdi ben, bilmem ki,kalkıp bir yerlere gitsem, gitmesem. İçimin gökyüzü oldukça grimsimavi şuan.Ruhumda yüzüyor yıldızlarım. Ya ayaklarım. Onlarsa yere prangayla tutturulmuş.Dudaklarımda tuzlu bir ıslık.
Yarı aralıyorum gözlerimi.Gözlerimde,ölü zamanlardan kalma bir durgun göl vakti.
Yalnızlığımsa,şaşkın gözlerle beni seyretmekte karşımdaki kanepede.
Saat sıfırı on üç geçiyor
Nasıl aktı turuncu zaman bu saat, neler gelip geçti zihnimden hatırlamıyorum.Ama aklımın
ücrasında Ankara tenhâ,Bafra ıssız.Bir şilep süzülüyor gözlerimin ufkunda Samsun limanından.Çocuk sesleri karışıyor martı çığlıklarına.Gök kubbeden karanlık ağıyor usul usul üzerime.Asfalttan birkaç payton şıkırtısı,nal sesleri ulaşıyor kulaklarıma.Dilim pas tutuyor ağzımda kilitli kalmaktan.Kan grubuma sızıyor sırıtan bir akrep.Alaturka hayaller hep köreltiyor şiirlerimdeki derinliği.Ve temizleyen gözlerimdeki
lekeleri ise,İlhan Berk,Gülten akın.
Şimdi
gökte ay dökülür geceye
rengârenk bir hafakan basar yüreğimi
cinler cirit atar beynimin kulvarlarında
yağmalanır,talan edilir mavi duygularım hep hasrete açılır kapılarım
sükût eder sesim sessiz yağmurlara
üşüşür özlem,buğulu gözlerime şimdi çivit bir göç vaktidir yollara dökülür ayaklarım.
Ben,beyninde ve karnında bin vaveylâ ile dolaşan adam,
Ben,ne zaman şehrime yağmur yağsa,Sübhaneke’yi heceleyerek okuyan adam,
Ben,fazla açık konuştuğu için,kelimeleri ağzında kırılan adam,
Ben,üç kuruşluk dünya menfaati için,muhannete minnet etmeyen adam,
şimdi bu odadaki küstah sessizliğe bütün benliğimle teslim oluyorum.
Nicedir soğumaz yüreğimde bir damla ateş
Dem vaktidir bu dem
Dem vakti
Gecenin içinde yüzüp giden bir ruh düşünün.İşte o ben…
İşte o, ben!
Gece yalnızlıklarım..
27 aralık 2022/ Ankara