Buralara bayılıyorum...
İstanbul harika bir şehir. Balkonda yalnız başına duran kadına, elinde içki kadehi ile yaklaşıp “Sizde mi partiden sıkıldınız?” diyen çapkın adamın şuursuz özgüveni var onda...Her halükarda gülümsetmeyi başarıyor.
Çok kalabalık çok gürültülü, üstüne üstlük havası bile kirli ama tüm kötü huylarına rağmen İstanbul’la flört etmeyi seviyorum... Tıpkı partiden sıkılmış ve tek çaresi o adamla sohbet etmek olan kadın gibi...
Bazen öyle anlarda öyle mekanlar seçip beni sıkıştırıyor ki, o kadın gibi başımı kaldırıp derin bir nefes almak dışında çarem kalmıyor...
Şu anda bulunduğum durumda bu pek mümkün değil gibi.. .Birazdan avazım çıktığı kadar “İmdat” diye bağıracağım!
Ben mi kimim? Dedim ya, İstanbul’ un köşeye sıkıştırdıklarından... Hani habire bir yerlere yetişmeye çalışan sözde kendi parasını kazanan ama kazandığı üç kuruşu bu şehirde küçük bir dairede yaşamak ve faturalarını ödemek için harcayan.
Yine o üç kuruşun tüketimi için reklamlarla uyuşturulup, orada bahsi geçen çantaya ayakkabıya ya da telefona maaşının dörtte birini gömen, türk kahvesini latteye kurban eden ,yüzlerce metropol insanından biriyim. Örnekler çoğaltılabilir;
Yıllarca okuyup karşılığında aferin diye aldığı diplomayı ,çalışma masasının alt rafına koyup unutan, bu sayede tasdikli onaylı mesleği ile günün neredeyse dokuz on saatini küçük bir odada iş adına harcayan. Kendi yeteneklerini ve en kötüsü kendini, bundan ibaret sanıp; Gerçek sanatsal yeteneklerinden “ Müzik,resim gibi hobilerimde var“ diye bahseden, sıradan biriyim ve kesinlikle nefes alamıyorum...!
Çünkü bulunduğum vagon çok kalabalık. Az önce “ Lütfen inenlere yer veriniz!” hemen arkasından da “Lütfen binenlere yer veriniz “ diye iki klasik anons oldu.
“Sadece bu memlekette böyle anonslar var. Avrupa’da böyle bir şey yok“ dedi yanımda ki yaşlıca bey... Hanımı olduğu her halinden belli güzel ve orta yaşlı bir kadına.
“Biz hala birbirimize saygı göstermeyi bilmiyoruz. “diye de ekledi.
Yaşlıca beyin söylemi doğruydu fakat sıkıcı ve klasik olan bu yaklaşım ne yazık ki bana hava problemimi unutturmaya yetmiyordu.
Beklentilerimi karşılamayan bu adama sırtımı dönerken kendi kendime mırıldandım “Daha on durak var...
İki dakikadan yirmi dakika... Hımmmm”
Balkonda köşeye sıkıştırılmış kadın gibi çaresizce gülümsedim ...Gülümsemek sihirli olmalı...
-Çok güzel değil mi? diye sordu
-Hı hı... Güzel de yalnız biraz şey ? dedi arkadaşı Ona
-Ne!? dedi şaşkın bir ifadeyle arkadaşına
-Evet ne??
Bu son “Ne” sizi yanıltmasın çünkü o benden çıktı. Kendimi tutamadım. İyi halt ettim. Şimdi ikiside aynı anda dönüp bana bakmaya başladılar.Bazen kendime çok kızıyorum ve bu tür durumlarda aklıma hep annemin söyledikleri geliyor. “Yine mi bizi dinledin sen? Çok ayıp değil mi? Iki insan konuşurken başkası onu dinlememeli!” Evet anne evet ama görüyorsun ki ortam biraz müsait ve bende azıcık meraklıyım.Üstelik gördüğün üzere bu merak, ergenlikteki hayat trajedyamı orta yaşta bir komediye dönüştürüverdi ! Romantik komediyi tercih ederdim
ya o ayrı.. Metroda ki televizyonda kartona benzer şeylerle rüzgar gülü yapmaya çalışan bir adamı; siyaset meydanı izleyen emekli öğretmen gibi dinliyor görünmem işe yaramış olmalı... Bana olan dikkatleri dağıldı ve aralarındaki diyaloğa kaldıkları yerden devam ettiler.
-Oğlum nesini beğenmedin? Sanada kız beğendiremedik.
-Abi çok yapay
-Iyi de abi doğal istiyorsan köye git. İçtiğin su bile organik değil,sen organik kadın peşine düşmüşsün.
-Düşerim abi baksana kızın hiç bir yeri gercek değil
-Mis gibi hatun; Nesi batıyo abi?
-Her şeyi. Saçları kaynak,kirpikleri takma, kaşları dövme, dudakları dolgu, gözleri lens babacım; sayayım mı daha?
-Yok artık abi ,başka yeri mi kaldı
-Kaldı kaldı tırnakları.
-Yok yaa...Oğlum saçmalama onlarda mı takma?
-Sus tamam tamam kız duyacak....!
Eğer aranızda kızı ben sanmış olanız varsa konuya açıklık getirmek isterim.
Çünkü burada bahsedilen hatun kişi, metropol hayatında sıkça görmeye alıştığımız oldukça alımlı bir dişi...
“Kendimi bildim bileli kadınım şu kızın bu kadar yerinin takma olabileceğini ben bile anlamazdım. Helal olsun arkadaşta ne göz varmış ...”
diye düşünürken, hemen yanımda duran ve bahsi geçen bu dişiye şöyle bir alıcı gözle bakmak istedim...
Bakmaz olaydım, gözlerimi kızdan alamadım, o ne endam! Saçlar, kaşlar boy pos..”Hay maşallah” dedim kendi kendime. Hatta kendimi tutamayıp yanımda ki adama:
“Boşver kardeşim yapay mapay daha kullanışlı olur. Hem bak bunun parçalar sökülüp takılabiliyor. Bozuldukça yenisi takılır. Değişiklik olur hiç sıkılmazsın,
al sen bunu al! demek istedim ama tam o anda beklenmedik bir şey oldu ve:
Balkonda ki adamı ,sıkıştırdığı kadınla basan cadaloz karısı gibi:
“Ne bakıyorsun tip tip” diye avazı çıktığı kadar bağırdı bir ses.
Aynı şaşkınlıktan muzdarip o kadın gibi ne diyeceğimi bende bilemedim...
“Yaa hanfendi yanında ki adamlar sana kaç dakikadır gözlerini dikmiş bakıyor; üstelik hakkında atıp tuttuklarının haddi hesabı yok.
Benim göz ucuyla bakışım nereni incitti acaba demek istedim ama diyemedim..Bu yüzden de her aklı selim gibi” deliyle deli olmam,lafı hiç üstüne alınmam” misali metrodaki televizyona bakmaya devam ettim. Rüzgar gülünün yapımı bitmiş küçük kedi yavruları videolarına geçilmişti...
Fakat kadın durmuyor arkadaş:
“Pişşt bereli sana sordum , niye baktın!” diyor
Bereli benim. Söylemeyi unuttum, hava buz gibi ve annemin ördüğü yeşil bir bere var kafamda. Fiziksel görüntümden çok beremin ön plana çıkmış olması beni biraz incitti galiba. Bu incinmeyi boşa harcatmayan bir bakışla kıza:
-Afedersiniz dedim aslında ben şey...
“Ne zaman bu kadar pısırık oldun kızım sen! Sende çemkirsene şuna. Ne bakması ayol sen kimsin desene? Ya da ablacım bu kadar frapan olursan herkes bakar,falan gibi mahalle kızı ayakları yapsana...”
Yok vallahi çıtım çıkmıyor, eziklik diz boyu. Zaten beynime oksijen gitmiyor nefes alamıyorum nerden çıktı şimdi akşam akşam bu?
Yanımda ki adamlar iyice abarttılar kıza hatta kızla ikimize gözlerini dikmiş, sırıtıyorlar. Metropol ormanında sırtlanlara akşam yemeği olmuş yeşil başlı bir ördek gibiyim.
Sessizliğim kızın asabını bozuyor olmalı çemkirme katsayısı giderek artmaya başladı...
İşte tam o esnada gördüm onları...
O koyu göz alıcı parlaklığı ve tüm ihtişamıyla mavi lens gözler üstünde duran yay gibi dövmeli kaşları...
Balkonda ki kadın onu kollarıyla sarmış olan adamdan can havliyle sıyrılıp ortamdan sıvışmış, adamla karısını baş başa bırakmıştı çoktan. Benzer bir hamleye atıldım.
-Kaşlarınız ...dedim
- Onlara bayıldım.
Sanırım dünyanın en kötü yalancısıyım. Çünkü gözlerimde rimel bile yok. Lütfen yanlış anlaşılmasın bakımlı kadını hep takdir etmişimdir. Bende bu konuda elimden geleni ardıma pek koymam. Her fırsatta gözümden rimeli,tırnağımdan ojeyi, saçımdan tokayı,elimden kremi, yüzümden maskeyi.... Neyse neyse siz anladınız dediğim gibi her fırsatta çok ama çok şey biriyimdir ama bugün pasaklılıkta sınır tanımadığım bir gün .Bu yüzden yalanımı desteklemek adına bir iki süslü laf etmeliyim:
- Ya aslında ben böyle değilim ama iki güne kuaföre gidicem ondan biraz bakımsızım. Kaşlarınızı görünce ayy dedim ne harika kesin bende yaptırmalıyım...
İşte ne olduysa da ondan sonra oldu. O şirret hatun gitti yerine Instagram’daki makyaj blogerlarından biri geldi. Anlattıkça anlatıyor önceden şu bazı atıyormuş bu boyayı sürüyormuş da, aslında bu marka o markadan daha iyiymişte....
Şimdi dövme yaptırmış kurtulmuş da, falan da filan da... Kalan süre boyunca kendisini dinledim. Bir müddet sonra ineceğim durağa geldik ve kızımıza iyi günler dileyip ortamdan hızlıca sıvıştım.
Sonra mı? Düştüğü saçma durumu unutmak için evime gidip sıcak bir banyo yapan balkonda ki kadın gibi yaptım bende... Ardından bir kahve iyi gider deyip henüz uydurduğum o tek cümlelik o şarkıyı kahvemin yanında mırıldandım:
“Çapkının çırasını, işte böyle yakar karısı oy oy” Yok yok benim ki değil di bu, balkondaki kadın söylesin bunu. Benim ki neydi? Ha! tamam işte buydu:
“İndim metro başına ,vuruldum dövme kaşına “
OLCAY MEŞE