Hayatın akışı ile ilgili ne kadar derin düşünürsek düşünelim, engel olamadığımız tavırlarımız bizi asıl istediğimiz kişi olmaktan uzaklaştırıyor mu?
Bir süredir aklımda bu soru ile dağ tepe, ova bayır, deniz, şehir dolaştım durdum. Güzel yerlerde, güzel insanlar gördüm. Kimisiyle gerçek bir iletişim kurarken, kimisiyle de üstünkörü diyaloglarla o dakikaları öldürdüm. Uzun zamandır Corona’nın üzerimde bıraktığı etkiyi izliyorum. Hayatıma sert bir fren bastığım net. Birçok işi aynı gün yaparken ve hafiften bile hız kesecek olsam, tepetaklak düşeceğimi sanarak yaşıyordum. Televizyon, radyo, dergi, gazete köşe yazıları, yazdığım kitaplar, şiir konserleri ve bir şirkette yöneticilikten arta kalan zamanda da hayatımı gayet keyifli yaşıyordum. Yorgunluk mu? Asla. Çünkü kısa kısa verdiğim o tatil araları ve değer kattığıma inandığım insanlarla olmak, beni oldukça rahatlatıp, bana üst düzey bir enerji veriyordu.
Sonra pandemi girdi araya. Hayatın daha minimal tatlarını fark ettim. Aslında bu bir kabullenişti. Herkese, aslında ne kadar aciz olduğunu hissettiren kabullenişi, ben de kabullendim tabii ki. Geldi, geçti çok şükür o günler.
Sonra, hiç içinde bulunmak istemediğim siyaset ve artık o kadar zalimce ve insanlık dışı diyaloglarla ilerleyen, bizim dışımızdaki dünya, beni epey zorladı. Sevgiden, saygıdan, adalet duygusundan, vicdandan eser kalmayan bir dünyaya gelmiştim sanki pandemiden sonra. Ve seller, göçük altında kalan madenciler, öldürülen insanlar, katledilen hayvanlar, orman yangınları. Ve o deprem! Ve geçim şartları. Ve sokakta denk geldiğiniz o binlerce mutsuz insan suretleri. Ve sonra ayna. Aynada bakıp gördüğünüz, mutsuz insan suretlerinin en tanıdık olanı, kendi yüzümüz. Yüzüm. Her canlıya gülmek yakışır, tıpkı bana da yakıştığı gibi. O günlerde bir roman yazsaydım adını ‘’Mutsuz İnsanlar Dünyası’’ koyardım herhalde. Sadece bununla kalsa neyse, bir de ruh sağlığımızı her geçen gün tehdit eden dünya olayları. Yapay zekalar, bomboş insanlar, küresel ısınma. Tam, distopik bir filmin içindeymişiz hissi.
Ama herhalde en zoru, birçok insanda da olduğu gibi hayal kurma yeteneğimin azalmasıydı. Peki neydi hayal kurmak? Hayal kurmak umuttu. Umut ise yaşam savaşıydı. Aklıma seyrettiğim binlerce belgeselin, Afrika’da çekilenlerinde görebileceğiniz, aslanın saldırdığı o hayvanın kaçışı geldi. Ve yakalanışı o hayvanın. Çırpınması. Ve Sezen’in de dediği gibi ‘’O son bakış’’ Çırpınma yok. Hayatta kalmak için bir çaba yok. Neden peki? Çünkü bir sonraki an için umudu yok. Umut olmazsa, çaba da olmaz. Çaba içinse, hayal gerek. O da yok. Sadece o son bakış. Boş. Anlamsız bir kabulleniş. Her şey buraya kadar hissi.
İşte burada tavırlarımız ortaya çıkıyor. Bütün bu zor şartlarda korumaya çalıştığımız psikolojimiz, kalbimiz, karakterimiz; ne kadar sağlam kalabiliyor? Hem kendimize hem de çevreye sergilediğimiz tavırlar incitiyor mu? Cevabımı bulmak için, doğru soruyu sorabiliyor muyuz? Sanırım bütün mesele bu.
Kendime çok soru sordum ve aklıma o güzel adam Şems’in öğretisi geldi ve yeniden yeşermeye başladım.
‘’Yedi kez düştüm, sekiz kez kalmak için.’’
Özür diledim önce kendimden, sonra kırdıklarımdan. Ama söz verdim kendime, bir daha asla bu kadar umutsuzluğa, boş vermişliğe kapılamayacaksın diye. Sonra ayağa kalktım. İlk adımlarım küçüktü. Ama değerliydi. Çünkü biliyordum ki tüm yolculuklar, o ilk adım ile başlardı. Başladım. Kendime bir program yaptım ve ufak ufak onları uygulamaya başladım. Ve o küçük adımların mesafeleri şimdi daha uzun olmaya başladı. Biraz daha hareket etmeye başladım ve koşar adıma dönüştü. Şimdi belki düşük tempoda koşuyorum ama hızlanacağım. Bunu tenime değen rüzgârdan anlıyorum.
Ve ben böyle oldukça, dünya daha da renklenmeye başladı. Daha da güzelleşti. İçimi daraltan ne varsa uzaklaşıyorum. Zamanım daha da değerli şimdilerde. Yürüdüğüm yollar, konuştuğum insanlar, okuduğum kitaplar, okşadığım hayvanlar daha da değerli. Ben; daha da değerliyim şimdi.
Hadi, sen de ayağa kalk ve ilk adımını at. Biliyorum birçoğumuz aynı hisleri yaşıyoruz. Belki bunları fark eden, bu farkındalıkla solan çiçekleriz. Ama yaz geldi. Şimdi çiçeklenme zamanı. Ve bak, gör. Hala buradayız. O yüzden keyfini çıkaralım. Hayal kuralım. Benim umudum var. Senin de olsun.