“Kapıyı çaldın değil mi?” diye sordu bir tanesi. “Evet, duymuş olmalı, açar şimdi…” dedi diğeri. Örgü sepetin boşluklarından merakla yeni annemin evinin kapısını aralamasını ve yüzünü göstermesini bekliyordum. Kendi annemin yüzünü son kez gözümün önüne getirdim, o da beni düşünüyor muydu acaba diye de içimden geçirdim. Bunlar artık benim için cevabı bilinmesi mümkün olmayan sorulardı… Ayrılmıştık ve her ayrılığın çilesi ne idiyse biz de herkes gibi bu yaşadığımız ayrılığın üzüntüsünü kendi içimizde çekecektik… Bir dakika sonra “Hoşgeldinizzz!” diye neşeli bir ses duyuldu, saçları at kuyruğu yapılmış, kumral, orta yaşlarında bir hanım belirmişti. “Canımmm, hoş bulduk!” dedi bir tanesi. “Ay kız, ne çok özledim, dünyanın bir ucunda oturuyorsun resmen!” dedi diğeri. “Hadi hadi söylenmeyin, sayemde ada havası alıyorsunuz!” dedi yeni anne adayım. Hep beraber gülüştüler ve içeriye girdik.
Benim sepetimi kanepenin yanına koymuşlardı. Sanırım öğretmen hanım arkadaşlarını görmüş olmanın heyecanıyla beni fark etmemişti. Sepette sıkılmıştım. Belki de yeni annem olacağını söylediğim bu kişinin beni sevmeme, istememe ihtimali canımı sıkıyordu. “Sana bir arkadaş getirdik…” dedi bir tanesi. “Ne arkadaşı?” diye sordu öğretmen hanım. “Sevgilin olana kadar onun ikamesiymiş gibi düşün” dedi diğeri. Gülüştüler. “Çok merak ettim, ne arkadaşı?” dedi. Bir tanesi bana doğru eğildi ve kapağı açtı. Küçük, ürkek bedenimi avuçlarının arasına aldı. Sepetten dışarı çıkarılırken, kalbim de yerinden fırlayacaktı desem yalan olmazdı. “Bu ne kadar güzel bir şey!” dedi öğretmen hanım. “Sahiden sevdin mi? Senin kedi düşkünü olduğunu bildiğimiz için almak istedik!” dedi bir tanesi. “Üstelik de Tekir İran, çok nadir bulunan cins, arkadaşımızın kedisi yeni doğum yapmıştı, yalvar yakar senin için bir yavrusunu istedik” dedi diğeri. Demek beni annemden kopartmak için evinde kaldığımız kişilere yalvarmışlardı. Peki ben yalvarıp, ayrılmamak için ağladığımda neden duyulmamıştı? Belki de Yaradan sadece insanları mı işitiyordu? Benim bir hayvan olarak duamın geçmeyebileceği düşüncesi bana çok acımasız gelmişti…
“Ya bayıldım, ne tatlısınız! Harika akıl etmişsiniz, versenize şu pofuduğu bana!” dedi coşkuyla öğretmen hanım. Arkadaşlarından kimin avuçları arasında idiyswwem, o hediyesinin beğenilmiş olmasının verdiği gururla beni bir çırpıda arkadaşına uzattı. Elleri temiz ve sıcak olan öğretmen hanım şefkatle beni almıştı. Gözlerinin hizasına kadar beni kaldırıp, sevgiyle gözlerimin içine baktı ve: “Hoş geldin küçük, senin artık evin burası, ben de annenim” dedi. Beni istemişti, en azından beni sevecek birisinin yanına geldiğim için daha az korkuyordum yine de çok heyecanlanmıştım, kalbimin yerinden çıkmak üzere olduğunu söylesem yalan olmazdı…
Yeni annem güzel gülen bir kadındı. Yanaklarının iki tarafında gamzeleri vardı. Gözlerinin içi parlaktı ve beni avuçlarının arasına aldığında karnımı, başımı sevgiyle okşamayı ihmal etmemişti. “Korktu mu yolculuk esnasında?” diye sordu arkadaşlarına. “Yok canım, uyudu işte” dedi bir tanesi. Oysaki korkmuştum, annesinden alıkonulan herkes gibi, nereye gittiği muamma olan her yolun içine girmiş her kimse gibi ben de çok fazla korkmuştum ama demek ki beni getirenlerin bunu anlama, gözlemleme fırsatı olmamıştı. “Kesinlikle korkmuştur, çok küçük daha, sordunuz mu kaç aylık olduğunu?” dedi öğretmen annem. “Eee, galiba 7-8 haftalık” dedi bir tanesi mütereddit bir şekilde. “Bu kadar küçükken annesinden ayırmasaydınız keşke, onun annesinin sütünü emmeye ihtiyacı var, sıcaklığını da arar, yazık!” dedi. “Aman sen beslersin artık, hem bu adada yaz kış yalnızsın, asıl sana yazık, birbirinize yoldaş olacaksınız işte!” dedi bir tanesi. Bu beni hediye etmek üzere alan insanlar ne acımasız ne umursamaz kimselerdi… Beni kim beslerse beslesin annemin sütünün, sıcaklığının yerini tutamazdı. Ayrıca beni güya arkadaş, yoldaş diye getirdikleri kişinin yalnızlığı sona erecek diye ben neden ömrüm boyunca annemden uzak kalmak, kardeşlerimi bir daha asla görmemek zorundaydım ki? İnsanların dünyası sadece kendi yokluk ve acılarını umursar şekilde yapılanmıştı, doğanın hayvanın söz hakkı, ruhu, varlığı onların nazarında yoktu…