Her şey Rahim dostumun, Zeytinyağlıların Kraliçesi Huriye’den bir kuru köfte (anne köftesi) istemesi, Benan’ın “hadi be Fedo şu yiyip içtiğin yerlere bizi de götür” demesiyle başladı.
Rahimin açlığına tahammül edilmez. Açken içinden kurt adam çıkıyor.
Böyle aç bi günde Huriye’den kuru köfte istedi. Naif kadın Huriye daha biz dedikodusunu yapamadan kuru köfteleri yaptı.
Ne zamandı bilemedim Mutfak Girit’te kalabalık bi masada toplandık.
Kuru köfteler ve zeytinyağlıları götürürken elbette muhabbetimiz sonraki yemekti.
Durup dururken Benan “hadi bi organizasyon yap be Fedo, gezdir bizi”.
“Oluuur” deyiverdim. Kendimce bir rut çizdim hemen o akşam.
Birinci gün Edremit’te öğle atıştırması, Adatepe Zeus Altarı’nda beyaz şarap eşliğinde kuru et, Çanakkale’de akşam yemeği.
İkinci gün kısa bi Çanakkale gezisi, Nusratlı’da minicik bi mola ve Ayvalık’ta akşam yemeği…
Kısaca yemekten çatlamak üzere yapılan ve her dakikasında yemek olan bir yolculuk.
Sabahın kör saatinde saat 07.30’dan itibaren şoförümüz tek tek topladı bizi. Topladı diyorum minibüse binerken daha uyuyorduk.
Sabah kahvaltımızı Eski Foça yol ayrımında bulunan bir kahvede yaptık.
Kahvaltı çok basitti!
Ayşegül biraz börek, Huriye yumurta, börek, zeytin, peynir ve Allah ne verdiyse getirmiş!
Ucundan ucundan yedik tabii hepsinden.
Tam kahvaltı bitti derken Benan’ın sesi yankılandı masada “İbrahimciiim size incir, accıkta üzüm getirmiş Kavacıktan” dedi.
Biz kutuyu görünce gözüne far tutulmuş tavşan gibi kaldık tabi.Yok yok, onları da yedik.
Kahvaltı masasının en şahane sürprizi Huriye’nin güzel enerjiler yüklediği ve herkese ayrı ayrı, kendi elleriyle yaptığı boncuk bileklikler oldu. Ben ki yüzük takmam ama o günden beri bu bilekliği takıyorum!
Yani anlayacağınız hafif bi kahvaltıyla ve şahane bir enerjiyle çıktık yola.
İlk Durak
Cumhuriyet Lokantası
Sanki az önceki kahvaltıyı biz yapmamışız gibi daha Bergama civarına gelmeden acıktık iyi mi? Şaka bi yana muhabbetin derinliğinden yolun uzunluğunu anlamadan saat 12.30 gibi vardık Edremit’e.
Şehir merkezinde büyük çınara gelmeden hemen sağda, eski belediyenin altında Cumhuriyet Lokantasına attık kendimizi.
Öncesinde bilgi verdiğimden Ali amca (Ali Gökaslan) masamızı ayırmış. Gülen gözlerle karşıladı bizi. Hemen dükkana buyur etti.
Daha hoş beş olamadan hepimiz önce gözümüz doysun diyemidir nedir yemek tezgahına hücum ettik.
Kimimiz tezgah önünde kimimiz masamızda verdik siparişlerimizi. Cumhuriyet Lokantasının tarihi Cumhuriyetimiz ile bir. 1954 yılından beri de şimdiki yerinde hizmet veriyor. Ali amca 54 yıldır lokantanın başında. Duvarları Cumhuriyet, Atatürk ve şahitlik ettiği tarihlere ait fotoğraf ve belgelerle süslü.
Günde ortalama 40 çeşit yemek çıkıyor. Size şu veya bu yemeği tavsiye etmeyeceğim. Hepsi de ayrı güzel. Ama iki veya daha fazla kişi gidecekseniz lokantaya bence hepiniz ayrı ayrı yemekler söyleyin, ki farklı şeyler tadın. Çünkü porsiyonlar büyük.
Ha bi de unutmadan yemek tezgahına bakarken aşçıya yemekleri sorun, sırasıyla o kırk yemeği öyle güzel söylüyor ki şarkı gibi geliyor insana.
Adatepe ve Zeus Altarı
Zaman kısıtlı. Yolumuz uzun. Adatepe, Çanakkale bizi bekler deyip muhabbeti derinleştirmeden koyuluyoruz yola.
Yıllar önce bir Nisan ayında gitmiştim Adatepe’ye. Hünnap Han’da kalmıştık. Hızlıca yağıp bitiveren bahar yağmurları, çimen kokuları
kalmış hep aklımda. O zamandan beri şöyle bi geçerken de olsa uğrarım.
Bu seferde arkadaşlarımla birlikte çıktık köye. Hızlı bir Adatepe turundan sonra asıl hedefimiz olan Zeus Altarı’na doğru yürüyüşe başladık.
Bana hep şuracıkta gibi gelen, ki Ayşegül’le Benan “Fedo uzak mı?” dediklerinde “yahu hemen şurası” dediğim yo,l itiraf ediyorum azıcık uzakmış.
Ben hep son düzlüğü, gölgesinde yürüdüğüm çam ağaçlarını hatırlıyormuşum meğer.
Ve zorlu yürüyüşün sonu müthiş bir manzara. Burada yaşayanlar diyor ki; Berrak bir havada Zeus Altarından taa İzmir’i bile görebilirsin.
Biz o kadar zorlamadık kendimizi, gördüğümüz yetti. Bu şahane manzaranın keyfini birer kadeh beyaz şarapla taçlandırıp aracımıza döndük.
Ver Elini Çanakkale Yalova Restoran
Kaz Dağlarını tırmanmaya başladık.
Ne zaman bu dağlara gelsem tam tırmanmaya başladığımda aklıma hep Hakkari – Van arasındaki 32 virajlar gelir. Tehlikeli oluşundan mı, yoksa manzarasını sevdiğimden mi bilmiyorum. Yıllardır hiç değişmeden Kaz Dağlarına gelince aklıma ilk gelen 32 virajlar.
Neyse Kaz Dağlarının muhteşem havası, ayaklarımızın altına serilmiş yeşillikler, mavilikler eşliğinde Ezine’ye varıyoruz.
Minibüste yine acıktık homurtuları. Bakmayın siz acıktık dediğime. Aslında artık açlık değil derdimiz.
Gün Batımı!
Evet, Çanakkale’de karşı kıyıya doğru, denizin kenarında yemek yerken seyretmeyi hayal ettiğimiz gün batımı bütün derdimiz.
Saat 18.00 gibi nihayet Çanakkale’ye geldik. Tam 19.00 da dostum Ruhşen’in terasta bizim için ayırdığı masaya oturduk. Terasa çıkarken tur sebebimiz Yalova Restoran’ın meze dolabında oyalandık epeyce. Ahtapotlar. Karidesler, istiridye, kum midyeleri, barbunlar, kolyozlar adlarını tek tek sayamadığım kendi ürünleri ve hatta sadece kendilerinin yaptığı mezeleri konuştuk.
Huriyeyle birlikte onu da, bunu da, şunu da diye sipariş verirken yorulduk desem yeridir.
Muhteşem bir günbatımı eşliğinde şahane mezelerimiz masamızı şenlendirmeye başladı. Levrek karpaçio, asma yaprağında sardalye ve özel sosları ile yaptıkları çim çim karidesi parmaklarımızı yalaya yalaya yedik. Kabak kızartmaya, tuzlu balığa, lakerdaya bayıldık.
Yalova Restoran’ın mezeleri deyim yerindeyse bizim için defileye çıkmış gibiydi.
Tek kelimeyle muhteşemdi.
En kısa zamanda tekrar bir tur gelelim diye sözleşip bitirdik geceyi…
Ve Güzel İzmir’e dönüş…
Sabah kahvaltısını erkenden halledip hızlandırılmış bir çarşı turu yaptık. Aynalı çarşıyı gezip, Çanakkale’nin meşhur peynir tatlısını aldık. Öğlen Şakir’in Yerinde birer biramızı içip hiç vakit kaybetmeden yola koyulduk.
Minibüsün içindeki muhabbeti anlatamam. Gülmekten karnımıza ağrılar girdi…
Yine Kazdağlarında minik bir mola verdik. Belki de onlarca kez geçip gittiğiniz, ama belki de hiç farketmediğiniz yol üzerindeki Nusratlı köyüne girdik…
Köylü hanımların el emeği göz nuru ürettiği el işlerinden, emektar ellerinin yaptığı konserveler, reçeller aldık.
Hızlıca sallandık yine aşağılara doğru.
Programımız Ayvalık Tenekeciler Sokakta, Tik Mustafa’da yemek yemekti ama Mustafa Bey’in bir yakınının sağlık sebebiyle bir dahaki sefere dedik ve yemeğimizi başka bir mekanda yedik.
Biraz Ayvalık’ın ara sokaklarında gezinip alışveriş, sahilde kahve derken zaman su gibi akıp geçti…
Yol boyunca yorgunluk suratımızdan akarken Menemen civarında yine acıktık tabii.
Şaka şaka bir hafta yemek yememek üzere sözleştik ama iki gün dayanabildik.
Bakalım bi dahaki yolculuk nereye olacak?
Ne dersiniz, neresi olsun?